Etrafınızdaki insanlara teşekkür edin. Zira çok şey öğreniyoruz onlardan.

Teşekkür edin dürüst, cömert, yardımsever, hoşgörülü, adâletli, derttaş, sırdaş, yoldaş ve ahlâklarına El-Emîn hasleti tecelli etmiş insanlara…

Dürüst bir dost çok şey öğretir insana. Yeri dolmaz bir tuğladır gönül duvarınızda. Yıkılmışsanız yeniden inşâ eder sizi. Kırılınca onarır, daralınca huzura bakan bir pencere açar kalp odacığınızda. Dostluğun ve dürüstlüğün ayrılmaz bir ikili olduğunu öğrenirsiniz ondan. Kol düğmeleri gibi meselâ, tek olunca bir işe yaramayan. Derttaş olur size, dinler saatlerce, bir ağacın kuşların cıvıltısını, yaprakların hışırtısını dinlediği gibi. Ya da bir sahilin hırçın, acımasız ve kendisine aralıksız çarpan dalgalara sessizce sabretmesi gibi. Alır sakinleştirir yüreğinde sizi. Sırdaş olur size dökersiniz içinizi. Okyanusa dökülen bir nehir gibi, alır canına katar ona emanet ettiğiniz her derdinizi. Yanlışınızı düzeltir, hatanızı bağışlar, ayıbınızda gece olur örter sizi.

Ben değil biz olmayı öğrenirsiniz ondan. Paylaşarak nasıl çoğalınırı, sen üzülürsen ben incinirimi, sen kırılırsan ben dökülürümü, sen yaralanırsan ben kanarımı öğrenirsiniz…

Teşekkür ediniz, sizi bir buğday başağı gibi çoğalarak doyuran, âb-ı hayat pınarı gibi ruhunuza yaşama sevinci katan böylesi ender ve kıymeti ölçülemez insanlara…

Bütün teşekkürleriniz ruhundaki rengarenk sevgi gülleriyle hayatımızda çiçek çiçek açan güzel insanlara mı?

Tabiî ki hayır.

Kötü insanlara da teşekkür edin.

Hakkın ve adâletin kalplerini terk ettiği, yalanın, riyânın, kibrin, gururun zehirli sarmaşık gibi benliklerini sardığı, dostluk ve kardeşlik bahçesine hiç uğramamış, sevgi, şefkat, merhamet gibi insana insan olduğunu hissettiren, etrafındakilere yaşama sevincinin mis kokusunu yayan nezih duygulardan habersiz, bu yüzden çoraklaşmış ruhlarında yalnızca öfke, kin, nefret ve bencillik yetiştiren kötü insanlara teşekkür edin.

Çünkü daha çok şey öğrenirsiniz böylesi insanlardan. Hem de öyle öğretirler ki; keskin bir hançerle kazır gibi kazırlar öğrettiklerini benliğinize. Asla silinmez, unutulmaz onlardan öğrendikleriniz. Yıllanmış paslı bir mıh gibi zihninize çakılır ve orada kalır ömrünüzce…

Mesela adâleti öğrenirsiniz adâletsizden, hakkı öğrenirsiniz hakkınızı nefsî hırslarının çirkin çizmeleriyle çiğneyip geçenden.

Yüce yaratıcının El-Adl isminden haberi yoktur onların. Ve bu ismin gereği:

“ Fe mey ye’mel misgâle zerratin hayray yerah.(Kim zerre miktarı hayır işlerse onun karşılığını görecektir.)

Ve mey ye’mel misgâle zerratin şerray yerah.(Kim zerre miktarı şer işlerse onun karşılığını görecektir.)” (Zilzal:7-8) hükmünden.

Kötülüğe umarsız, iyiliğe gurbet o insanlardan bir zerre kötülüğün nasıl insana hüzün ve elem verdiğini, buna karşın yüreklerin yaşama tutunduran bir zerre iyiliğe can suyu gibi nasıl muhtaç olduğunu öğrenirsiniz.

Çok şey öğrenirsiniz yine “ kul hakkı yemeyi, sol elle yemek kadar önemsemeyen” insanlardan. Hak yiyerek kazancın belki artacağını ama onurun, şahsiyetin, insanlığın nasıl eksileceğini, ya da, Hakk’tan ve adâletten uzaklaşmanın kişiye yolunu nasıl kaybettireceğini öğrenirsiniz. Böylece daha sıkı sarılırsınız insanı âhsen-i tâgvîmden ayırmayan değerlere.

Yalanın ne keskin bir zehir olduğunu öğrenirsiniz, güveni öldüren, panzehiri de pek bulunmayan.

Dürüstlüğün dolunay gibi parlak derde şifa aydınlığı düşer aklınıza.

Şükür dersiniz, şükür ki ben düşmedim yalanın zift gibi bataklığına.

Hele ki öğrenecek çok şeyimiz var, bir saniye sonrasına garantisi olmadığı halde kibirlenen aciz insanlardan. Önce kendi duygu dünyasını, sonrasında da sosyal çevresini bir kurt gibi kemiren ve târümâr eden hasedin kurşun yükünü yüreklerinde taşıyan, şerli duygularının hamalı olmuş insanlardan öğreneceklerimiz var.

Kibrin insanın üzerine hiç yakışmayan ne kadar çirkin bir kıyafet olduğunu öğreniriz onlardan. Yüzünde çıkan küçücük bir sivilceyi, bir hapşırığı, bir öksürüğü, en basit bir hastalığın gelmesini bile engelleyemeyen, hayatı keşkelerle dolu aciz insanların yüce yaratıcının El-Mütekebbirsıfatına meyletmelerinin ne kadar acınası olduğunu öğreniriz.

Haset/kıskançlığın kalbi ne kadar yorduğunu, Allah’ın cc. onu en güzel hasletlerle süslediği kalbe nasıl kötülük tohumları ektiğini, eğer bu tohumlar beslenirse zehirli sürgünleriyle nasıl tüm benliği sardığını, böylece “Âhsen-i Tâgvîm”üzere yaratılan insanın nasıl “Esfele sêfilîn” (Tîn Sûresi) olduğunu öğrenirsin.

İşte tüm bunlar için kötü insanlara da teşekkür etmeliyiz.

Bütün bu öğrendiklerimizden sonra,  ya güzel hasletlerle donatarak yüreklerimizi, ma’mur ederiz dünya ve ahretimizi, ya da kötü duygularda boğularak, kaybederiz her şeyimizi…

Fatma SÜMER