Hanım Hey!

Bu Kaygusuz dedikleri Alanya beyinin oğlu. Adı da Gaybi. Gaybi, beyin gözünün nuru. Anasının babasının ele avuca sığmaz bir tanesi.

Alanya beyinin mülkünün bir ucu Manavgat ırmağı, bir ucu Gazipaşa ile Silifke kazasının sınırını çizen Kaleduran Çayı. Güneyi Akdeniz, kuzeyi Göksu’nun kaynağı, batıya doğru ise Akseki, İbradı, Manavgat ırmağının çıktığı yerler.

Bu Alanya’nın o zamanlarda da şimdiki gibi denizi bol, güneşi, ormanı, ağacı, kuşu bol. Hele dağlarında alageyikler... Hele dağlarında alageyikler bir yandan öte yana akar gider. Akşam oldu da yaylım vakti geldi mi teke pıskırmasından, oğlak melemesinden geçilmez kayaların eteği. Bahar gelip dağ koyunları kızıştı mı dağlar boynuz sesinden yıkılır. Öfkeli koçlar geri çekilip çekilip tos vurmaya başladı mı sanırsın Zaloğlu Rüstem ile Arap Üzengi kılıç şakırdatıyor. Ben bu koçların boynuz seslerinin günlerce hiç kesilmeden sürdüğünü bilirim.

Bey kışın Alanya kalesindeki konağında kışlar, yazın da Akseki’ye çıkar. O zamanlarda bu dağlarda kuş da yaban hayvanları da az değil. Özellikle keklik, üveyik, bıldırcın…. Yaban hayvanlarından da tavşan, kurt, ayı, tilki, çakal, domuz…. Ama koyun keçi de çok olduğu için kurtlar, ayılar dağlarda sere serpe yaşar.

Beyin ucu dönmez sürüleri var. Koyunun, keçinin zaten haddi hesabı yok da, sığır sürüleri de var, develeri de...

Ama bey av ve at meraklısı. Ahırlarında gözü gibi baktığı atları, dağlarda bölük bölük yılkıları var. Bey her sene bu yılkıları bir araya toplar, içlerinden en görkemlilerini ahırına alır eğitip binmek için. Beyin kapısındaki seyisler, makbul kul sınıfındandır. Atın duruşundan anlarlar ki her biri Köroğlu’nun babası Kör Yusuf sanırsın.

Bey, oğlu 14 yaşına basınca onu yanından hiç ayırmaz olur. Onu güreşlere sokar, gözüpek olsun diye. At yarışları yaptırır iyi at binsin diye. Kılıç ve kargı, topuz idmanlarına sokar iyi bir silahşör olsun diye. Beyin oğlu Gaybi de bunların hiçbirisinde babasının yüzünü kara çıkarmaz ha. Öyle ki güreşlerde bileğini bükecek, at yarışlarında önüne geçecek kimse çıkmaz obadan.

Gaybi, bey oğlu bey olacaktır. İyi hocalardan ders alır. Hocaları ona korumanın kollamanın, vermenin, yoksul hakkını gözetmenin ne olduğunu anlatır. Söz dinlemenin ve sözünü dinletmenin ne büyük bir erdem olduğunu söyler. İnsanları incitmeden idare etmenin yollarını öğretir. Törelerden, kadına saygı göstermenin, anayı babayı saymanın erdemlerinden söz eder.

Hocalarından biri törelerin yüzyıllarca atalar tarafından denendiğini, damıtıldığını ve çocuklara, oradan da torunlara aktarıldığını söyler. At binmenin, oturmanın kalkmanın, konuşmanın susmanın, hatta cesur ya da korkak olmanın bile bir adabı olduğunu anlatır.

Ama Gaybi gençtir. Bu sözler bir kulağından girer, öteki kulağından çıkar. Delikanlıdır ya, her şeyin kaba güçle çözüleceğini düşünür. Sanır ki dünyada hep güçlü olan kazanır. Hep güçlü olan kazanmalıdır. Bilmez ki zayıf olanın da hakları var ve hak, güçten öncedir. Hak, gücün üstündedir.

Bu Gaybi birgün ava tek başına çıkar. Sadağı okla dolu, kılıcı keskin, kargısı sivridir. Atı güçlü, talihi yaverdir. Beydir ya her şey hakkıdır. Atını Alanya’nın yaylalarına doğru sürer. Av avlayıp kuş kuşlayarak Torosların zirvesine doğru tırmanır.

Atalar “Her aşıkın bir ahı vardır” derler. Gaybi’nin dileği de o zamana kadar kimsenin avlayamadığı irilikte bir geyik avlamaktır. Geyiği avlayacak ve bey babasına götürecektir. Sevinsin, övünsün, kıvansın diye. “Kırk gün taban eti, bir gün av eti” derler ya Gaybi de gezip dolaştığı yörelerde şanına layık bir geyik göremez. Bazen dere tepe dolaşır, bazen de bir yere oturup av öner. Ama istediği avı bir türlü bulamaz. Bugünkü Taşağıl’dan aşağıya Köprülükanyon’a iner. Sonra Antalya ovasını geçer baştanbaşa, vurur Korkuteli’nin Elmalı’nın dağlarına. Oradan Beydağlarına gelende…

Bir geyik çıkar karşısına. O güne kadar böyle bir geyik görmediği gibi göreni de duymamıştır. Oku atar. Ama attıktan sonra geyiği göremez. Varır bakar ki yerde kan izleri var. Geyiktir, geyikçe dolaşır. En sarp yerlerden batıya doğru bir koşu tutturur. Gaybi peşine düşer geyiğin. Çünkü avcıların geleneğinde av namustur. Ama bir serçe, ama bir geyik.

Beylik yasasının da ilk maddesi, “Verdin doyur, vurdun duyur”dur. Sadece beylik yasasında değil, yiğitliğin ve erdemin yasasında da böyledir bu.

Gaybi atını doldurur. Yolları ovaya düşer ama geyiği yakalamak ne mümkün. Gaybi’nin atı yavaşladıkça geyik de yavaşlar. Sanırsınız ki Gaybi’yi çağırmaktadır. Sonunda yolları Elmalı ovasına düşer. Geyik varıp Abdal Musa dergâhına girmiştir.

O zamanlar Abdal Musa dergâhı bugünkü gibi değil. Giren çıkanı çok. Uzaklardan gelenler, nasip dileyenler... Dergâhta kazanlar kaynamakta, nasip dileyene nasip, aş isteyene aş verilmekte. Sırtını dağa vermiş Tekke köyüne uzaklardan beyler kullar gelmekte.

Gaybi atından iner ve dergahın kapısında bekleyen kişiye, “Avda bir geyik yaraladığını, yaralı geyiğin bu dergaha girdiğini” söyler. Avını bihakkın almak istediğini de. Kapıdaki kişi geyik falan görmediğini söylese de Gaybi ısrar eder. Şeyhe haber uçururlar. Şeyh Abdal Musa onu huzuruna kabul eder ve dinledikten sonra elini koltuğunun altına uzatıp bir ok çıkarır. “Gaybi! Senin okun bu mudur?” diye sorar. Gaybi ne kadar genç olsa da, kanı kaynasa da iyi hocalardan ders aldığı için nasipten haberi vardır. Ve nasibini aramak gerektiğinden, nasipten öte yol olmadığından da. Şeyhin önünde hürmetle eğilir ve onun eteğini öper. Anlamıştır ki geyik de av da bahanedir. Kendisinin nasibi burada, bu dergâhtadır. Artık kendisini ne beylik ilgilendirir, ne paşalık.

Gaybi, aradığını bulan her insan gibi şeyhi Abdal Musa’nın dizinin dibinden ayrılmaz olur. Artık ne avcı Gaybi kalmıştır ne de genç, güce tapan Gaybi. O, duraklı oturaklı biri olmuştur. Şeyhinin her dediği onun denize benzeyen gönlünde bir inciye dönüşür. Şeyhi Abdal Musa da gönül denizinde yüzen, derinlere dalıp inciler devşiren biridir. Bu incileri müritleriyle paylaşır.

O dönemlerde İslam’ın gücü kuvveti yerindedir. Gerçi çalkantılı bir dönemdir de. İnsanlar akıllarını bir meczuba verip kafa sallayarak erişeceklerine inanmazlar. Sorar, sorgularlar. Gaybi de sorar elbette. Ama onun şeyhi “Kadınlarınızı okutunuz!” “İncinsen de incitme!..” diyen Hacı Bektaş Veli’den feyz almıştır. Yaşadığı yüzyıl öyle bir çağdır ki Rum Abdallarının Anadolu’yu ve Balkanları bereketli yağmurlar gibi yuyup arıttıkları bir çağ. O dönem şahların da kulların da veli olduğu bir dönem.

İnsan zamanla olgunlaşıyor. O da içinde cevher varsa. İçinde zerrece hile varsa ne kadar zaman geçerse geçsin çiğ kalıyor. Demekki Gaybi’nin cevheri sağlammış. Şeyhi onu kabul etmiş, ondaki cevheri sezmiş ve işlemiş. İşlemiş ki yüzyıllardır insanlara yol gösterip durur.

Derler ki babası Alanya beyi oğlunun veli değil komutan olmasını ister. Komutan olup Beylik yürütmesini. Ferman verip kul karavaş yönetmesini. Ama Gaybi gönüllerin sultanı olmak diler. Gaybi tarihin tozlu sayfalarını değil, sanatın ve düşüncenin doruklarında dolaşmayı seçer. Bey oğlunu Alanya’ya götürmek için Abdal Musa üzerine ordu çeker, ama yenilir. Her yolu denerse de oğlu istemediği için melül mahzun geri çekilir.

El açıp dua edelim Hanım: Yarabbi! Bizi güzel kullarından eyle! Günahlarımızı bağışla! Enbiya ve evliyaya yakın eyle! Kalbimizi ve zihnimizi açık et! Bizi yolundan ve dininden ayırma! Sen her şeye kadirsin, sen her şeyi bilirsin... Bizi incinse de incitmeyen, “Eline, diline, beline sahip ol!” diyen gönül sultanlarına yoldaş et, haldaş et! Onlarla dildeş et!

AMİN!

NOT: Bizim buralarda dağ keçilerine de geyik denir.