Büyükanne, torununa öfkeyle baktı ve buz gibi bir sesle şöyle dedi:
— Git. Terk et evimi. Seni bir daha burada görmek istemiyorum.

Büyükbaba, şaşkınlık içinde araya girdi:
— Ne yapıyorsun? Neden böyle davranıyorsun? Bu çocuk sadece torunun değil… O senin için bir evlat gibiydi. Sen büyüttün onu.

Ama yaşlı kadın onun sözlerine kulak asmadı.
Olayı gören komşular ise şok içindeydi. Bir zamanlar yumuşak kalpli, sevecen olan bu kadın, şimdi çocuğu hiçbir açıklama yapmadan evden kovuyordu.

Çocuğun başka seçeneği kalmamıştı. Gitti.
Yolda en yakın arkadaşıyla karşılaştı ve her şeyi anlattı.

— En azından bu ayki küçük harçlığını alabildin mi? diye sordu arkadaşı.
— Hayır… Büyükanne hiçbir şey vermeden beni kapı dışarı etti, dedi çocuk, kırık bir sesle.

— Sana yardım etmek isterdim… ama elimden bir şey gelmez, dedi arkadaşı ve uzaklaştı.

Bunun üzerine başka bir arkadaşının evine gitti.
Kapı büyük bir neşeyle açıldı:
— Ooo, oyun oynamak için mi geldin?

Çocuk gözlerini yere indirdi, sesi titreyerek konuştu:
— Ben… gidecek hiçbir yerim yok. Sende kalabilir miyim, lütfen?

Diğer çocuğun yüzündeki gülümseme anında kayboldu.
— Bana verecek hiçbir şeyin yok ama yine de benden yardım istiyorsun öyle mi? Git buradan. Hiçbir şeyi olmayan, hiçbir şeye değmez.

Yaralı, utanç içinde kız arkadaşının evine gitti.
— Sevgilim… Büyükanne beni evden kovdu. Üzerimdeki kıyafetlerden başka hiçbir şeyim yok. Bana yardım et… Gidecek yerim yok.

Kız, üzgün bir ifadeyle onu dışarıda bekletti ve ailesiyle konuşmaya gitti. Geri döndüğünde gözleri hüzün doluydu.
— Üzgünüm. Ailem “işe yaramaz” birini evde istemiyor. Artık sana verecek bir şeyin kalmadığına göre… ilişkimize de son veriyorum.

Genç, hıçkırıklara boğuldu.
Yakın bildiği herkes onu terk etmişti.
Tek başına, amaçsızca sokaklarda dolaştı, sonra kaldırıma oturdu, kalbi paramparça halde.

Kendi kendine fısıldadı:
— Demek ki ben değersizim… Şimdi ne olacak?

İşte o anda, umutsuzluğun en derin noktasında dedesi onu buldu.
— Onu affet, dedi büyükanneden söz ederek. Sana zarar vermek istemedi.

— Ya sen? dedi genç, gözleri suçlayarak dolu. Neden hiçbir şey yapmadın?

Yaşlı adam, sakin bir sesle cevap verdi:
— Eve dön, her şeyi anlayacaksın.

Bir an duraksadıktan sonra çocuk arabaya bindi.
Eve döndüklerinde, büyükanne koşarak sarılmak istedi… ama genç onu itti.

Dede işaret etti, oturmasını söyledi ve yumuşak bir sesle konuştu:
— Evladım… Büyükanne seni durduk yere reddetmezdi. Sana çok önemli bir hayat dersi vermek istedi.
Onun gözünde, sen gözlerini kör etmiş, seni hak etmeyen arkadaşlarını, sevgilini putlaştırmıştın.
Ve bugün, gerçekten onlara ihtiyaç duyduğunda, hiçbiri elini uzatmadı.
Seni çok sevdiğin o kız mı? Her şeyini ona verdin, ama sende hiçbir şey kalmadığında seni terk etti.
Arkadaşların mı? Yıllardır senden faydalandılar, ama bir bardak suyu bile çok gördüler.

Büyükanne sana sadece bir şey öğretmek istedi:
Pek çok insanın gözünde, sen yalnızca sahip oldukların kadar değerlisin.

Gözleri yaşlı çocuk, büyükanneye döndü ve kısık sesle söyledi:
— Beni affet… Bugün bana asla unutamayacağım bir ders verdin.

Yaşlı kadın onu sevgiyle kucakladı.
— Seni seviyorum, yavrum. Hâlâ çok gençsin, dünyayı masum gözlerle görüyorsun.
Sana kendi yöntemimle, hayatın gerçek yüzünü göstermek zorundaydım.

Ders:
Her şey yolundayken etrafında birçok insan olur.
Ama zor zamanlarda… yalnızca gerçek olanlar kalır.
Dünya çoğu zaman ne olduğuna değil, neyin olduğuna bakar.
Seni gerçekten sevenlerle, senden sadece faydalananları ayırt et.
Çünkü her şeyini kaybettiğinde… gerçekten kim değerli, o zaman görürsün.

Peki ya sen?
Seni sen olduğun için sevenleri biliyor musun, yoksa sadece sahip oldukların için mi yanındalar?
Bu hikâye seni sadece duygulandırmak için değil… uyandırmak için yazıldı.
Çünkü insan, her şeyini kaybettiğinde, gerçeği görmeye başlar.

Eğer bu ders kalbine dokunduysa, onu sakla.
Gözünü açması gereken biriyle paylaş.
Ve eğer sen de bir gün, hiçbir şeyin kalmadığında kendini değersiz hissettiysen…
Sadece şunu yaz: “Anlıyorum.”

Burada, birlikte… ruhumuzla görmeyi öğrenelim.