Okumak insanı doldurur, insanlarla konuşmayı hazırlar, yazmak ise olgunlaştırır.

  Yazmaya ilkokul çağlarımda başladım aslında, yazılarım bazen şiir, bazen sohbet, kimi zamanda sade bir nakarat tarzındaydı. Yazılarımı ilerletmek için bilgi birikimi olması gerektiğinden o zamandan bu zamana gerek eğitim hayatımdan, gerekse güncel hayattan aldıklarımı da yazılarıma ekledikçe zenginleşti satırlarım. 

  Yazı yazmak benim için hem eğlenmeyi, hem düşünmeyi, hem de gözlem gücümün gelişmesini sağladı. 

  Yazı yazmak bir sanat mıdır? Yoksa her bireyin yapabileceği bir şey midir? Sorusu gelir kulaklara. Ben kendi dilimce bu soruyu açıklayacak olursam şöyle söyleyebilirim;

  Yazı yazabilmek ne kadar bir kabiliyet işi de olsa insan hayatında yaşadığı, gördüğü, geçirdiği, her şeyi kalpten geçirerek kalemle kâğıdı dans ettirmesi diyebilirim,

Güzel konuşmak bir sanattır, mesela bunun üzerine birçok kitap, dergi, kurslar vardır, öyle değil mi? E o zaman güzel konuşmak bir sanatsa ve atalarımızın da dediği gibi “Söz uçar yazı kalır.” O zaman bu güzellikler niye heba olsun…

  Yazı yazmaya başlarken, önce önümüze edebiyat büyülü kapısı açılır. Kapıyı bir kere araladın mı insan bir daha kapatmak istemez. İçimizden geçenleri ve yaratıcı gücümüzü yazıya aktarırız. 

   Yazı yazarken, bazen kendi dünyamızda hayallere dalar, belki de konuşurken dile getiremediğimiz birçok şeyi ortaya koyabiliriz. İnsan yazarken, hem hayal gücünü geliştirir, hem de kendi gücünü keşfedebilir. Duygularımızı, düşüncelerimizi, hayallerimizi ölümsüz kılabiliriz. Bir kere yazmaya başladı mı insan gerisi çorap söküğü gibi gelir. Yazı bir tutku çağlayan bir şelale gibi olur.

 Bir konuyu bir kelime ile anlatılabiliyorsa iki kelime ile kullanmak müsrifliktir. İki kelime ile anlatılacak bir konuyu tek kelime ile anlatmaya çalışmak cimriliktir.