( Tıp Bayramı üzerine yazdığım yazılardan kısa bir derleme - güncelleme)
Mart ayı önemli günlerle anımsanır, anılır.
Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne, günün adını Kadınlar Günü olarak değiştirir, nedense deliler gibi önem veririz; 8 Mart ülkemizin bir günüymüş gibi topluma benimsetilmiştir.
Oysa Mart ayı denince, ilk aklımıza gelen gün, en önemli gün; 18 Mart, Çanakkale Zaferi (1915). Bu günün, Türk’ün Zafer Günü’nden Şehitler Günü’ne çevrilmesi, yengi gününü yasa döndürme, bu kutlu günü gözyaşlarıyla andırma, çok yakın bir tarihtir, 2002 yılı Haziran’ıdır.
18 Mart’tan daha öncesi, 14 Mart Tıp Bayramı.
14 Mart 1827 yılı, çağdaş anlamda ilk tıp okulunun Türkiye’de, İstanbul Şehzadebaşı’nda açılış günü. Bu günün kutlanması, bayram adını alması 14 Mart 1919 yılıyla başlar. İstanbul Tıp Fakültesi öğrencilerinin, İstanbul’un işgaline ( Kasım 1918) öğretmenleriyle, önemli bilim insanlarıyla birlikte direnmeleri, kuruluş gününde işgale karşı gösterileri tarihe geçer. Tıbbiyeli Hikmet (Tıp öğrencisi) bu gösterilerin öncüsüdür.
Biz öğretmenlerin, öğretmen okulu çıkışlıların da bir 16 Mart’ı (1848) vardı: 16 Mart Öğretmen Okulları’nın kuruluş günü. Şimdi o da tarih oldu. Öğretmen okulları 1974’te kapatılmış.
14 Mart’ı anlatırken 12 Mart’ı unutmayalım: İstiklal Marşı’nın kabulü.
Tıp Bayramı olarak kutlanan gün, Atatürk döneminde (1929- 37) ayrı bir gündü. Bursa’da açılan Tıp okulunun Türkçe öğretime geçmesiydi bayram gününün nedeni. 1928 Dil Devrimi’ni tamamlayan, güçlendiren bir bayramdı 12 Mayıs kutlaması. Sonra, bu gün, yeniden 14 Mart’ta kutlandı.
14 Mart Tıp Bayramı, yalnızca ülkemizde kutlanan bir gün. Türk doktorlarının günü. Amerika’nın böyle bir günü bambaşka bir tarihte. “Dünya Sağlık Günü” de Nisan’da.
Dünya ile kutlanan bir gün olmadığından mı, yoksa işgalci Batı’yı kınayan bir günü çağrıştırdığı, işgal yıllarını anımsattığından mı, Batı hayranları, yayılmacı Batı’ya şirin görünmek isteyen iktidarlar yüzünden mi, bu gün, bizde hep geçiştirilir.
Bu hafta (14-21 Mart) kutladığımız “Tıp Bayramı” bize özgü bir gün demiştik, tıpkı, “ 24 Kasım Öğretmenler Günü,” “ 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” günlerimiz gibi.
Ulusal günlerimizle ilişkili, Türk’e, Türkiye Cumhuriyeti’ne ait günlerdir bu günler. Ulusal Kurtuluş Savaşımızla, devrimlerimizle ilişkili günlerdir.
Dünya bu bayramları başka günlerde kutlar. Bizdeki 24 Kasım Öğretmenler Günü’nün, yüce önderimizle, Türk yazı diliyle ilgili bu kutlu günün, onlarda anlamı başkadır, bizdeki anlamı başka. Hem onlarınki ekim ayındadır.
Bizde, Kurtuluş Savaşı’nı yöneten Meclis’in açılması, 23 Nisan 1920 tarihi, “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” adıyla kutlanır. O kutlu gün, aynı zamanda çocuklara Atatürk’ten armağandır, Çocuk Bayramı’dır. Dünya çocuklarının çocuk günü, “Dünya Çocuk Günü” adıyla haziranda. Dünyada, kasım ayında, “Çocuk Hakları Günü” adıyla bir gün daha var.
23 Nisan’la ta 1979’dan beri oynarlar. Önce bu bayramı Uluslararası Çocuk Şenliği’ne çevirdiler hem de TRT eliyle, o zamanki yönetimlerce, içi sulandırıldı bu günün. Sonra da her geçen yıl değişik bahanelerle kutlanmadı, iyice unutturuldu…
19 Mayıs 1919’un, Kurtuluş Savaşı’na başlama tarihinin kutlanması, “19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı”dır. Yine dünyada kutlanan spor bayramları başka başka günlerdedir. 19 Mayıs’a uluslararası maraton yarışları katıldı 2016’da, hem de Samsun'da. Söylenecek söz kaldı mı?
Ulusal bayramlarımız tehlike altında biliyorsunuz. Dört büyük bayramımız da eskisi gibi kutlanmıyor, içleri boşaltılıyor. Yıllardır geleneksel kutlamalar türlü nedenlerle yaptırılmıyor.
*
Tıp Bayramı için bu yıl (2022) ilk etkinlik 13 Mart Pazar günü Kadıköy’de “Tıp Bayramı yürüyüşü” ile başlatıldı. Haberlerde şöyle denildi:
“Kadıköy’de toplanan yaklaşık 500 sağlık çalışanı, 14 Mart Tıp Bayramı kutlamaları için Haydarpaşa Numune Hastanesi'nden Kadıköy Rıhtımına kadar yürüdü. İskelede toplanan sağlık çalışanları yapılan basın açıklamalarının ardından dağıldı.”
Pazartesi günü Taksim Cumhuriyet Anıtı’na çelenk koymak için buluşan, İstanbul Tabip Odası yönetimiyle birlikte alanda toplanan hekimlerin anıta yaklaşması engellendi, polisler, hekimleri anıta yaklaştırmadılar. Hekimlere, hazırladıkları 14 Mart bildirisini de okumalarına izin verilmedi. Tartaklanan, yere düşürülen 89 yaşındaki bir hekimin, polislere: “Ananızı babanızı tedavi ettik biz. Yapmayın Allah aşkına!” sözleri ses kaydıyla birlikte gazetelere geçti.
"1919 yılında, işgal altında burada Tıp Bayramı kutlandı. Yok öyle yağma. Bu memleket bizim, bir yere gitmiyoruz.” Sözleri de yine o tartaklanan hekimlerin birinden…
Balıkesir Bandırma Eğitim – Araştırma Hastanesi’nden gelen haberlerse, tüm bunların üstüne mum dikti:
Hastane başhekimi ile grev nedeniyle acil sağlık hizmeti dışında çalışmayan doktorlar arasında çıkan tartışmada, başhekim, kameralar önünde bir doktoru güvenlik güçlerine (polise) göstererek; “Şunu da hemen paketleyin, hemen alın hemen!” diyor. Duyan, kulaklarına inanamıyor.
Hekimlerin üç yıl önceki şikâyetleri, özetle şunlardı:
“Tıpta uzmanlık sınavları yüzünden hekimlik akademik bir alan olmaktan çıkartıldı, TUS dersanelerinin hakimiyetine sokuldu. Hastanelerde hekimliğin uygulanışı konusunda bir idari baskı ortamı var. Kamuda hekimlik yapmak çok daha güvencesiz bir ortam olarak görülüyor. Sağlıkta şiddet son derece arttı.”
“Sağlıkta Dönüşüm” politikalarının yarattığı birçok sorunla karşı karşıyayız; kariyer odaklı eğitim, hekim emeğini yok sayan politikalar, güvencesizlik, geleceksizleştirme... 15 yıllık “Sağlıkta Dönüşüm Programı” sebebiyle kendimizi bağımsız hissetmiyoruz. Tıp fakültelerinde gerici yapılanmalar son derece arttı.”
Dün, Taksim’de okunmasına izin verilmeyen İstanbul Tabip Odası'na üye hekimlerin “14 Mart Bildirisi’nin başlangıcı şöyle:
“Bugün 14 Mart Tıp Bayramı. Ancak bugünü bayram tadında geçirmemiz gerekirken ne yazık ki yine “g(ö)rev”deyiz ve yine haklarımız için mücadele ediyoruz. Toplum sağlığını korumak bir yana daha da riske atan bu sağlık sisteminin yürütücüleri ne bizim emeğimizi ne de toplumun sağlığını umursamaktadır. Ancak iş özel sağlık işletmeleri ve zenginleri korumaya gelince ise hiçbir sınır tanımamaktadır. Salgın döneminde dahi bu anlayıştan vazgeçmemişlerdir.”
Sonra, üzüntülerini belirtiyorlar:
“Bizi duymazdan, görmezden gelip yok sayanlara, sesimize kulaklarını tıkayanlara, “Varsın gidiyorlarsa gitsinler, bizler de üniversiteleri yeni bitiren doktorlarımızı istihdam ederiz. Gerekirse yurt dışından ülkemize dönmek isteyenleri davet eder, istihdam ederiz” diyerek bizi değersizleştirenlere karşı emeğimize, mesleğimize, geleceğimize hep birlikte bir kez daha sahip çıkmak için artık g(ö)rev zamanıdır. Biliyoruz; sorunlarımızın çözümü ancak kendi mücadelemizle olacaktır.”
Bildiri böyle sürüyor:
“Bizleri mutsuz, hastaları mağdur eden; sağlığı ticarete, hastaları müşteriye, hastaneleri ticarethanelere dönüştüren sağlık anlayışı iflas etmiştir. Bizleri artık sağlık hizmeti veremez hale getiren bu çalışma koşullarının sürdürülemez olduğunu bir kez daha ifade ediyoruz.”
Son sözleri, son istekleri:
“Oyalama istemiyoruz, daha fazlasını değil, yalnızca hakkımız olanı istiyoruz. Şiddetin olmadığı, insanca çalışma koşulları, emekliliğimize yansıyacak insanca ücret istiyoruz.”
Toplumdan beklentileri:
“Bu haklı ve onurlu mücadelemizde bütün hastalarımızın, toplumun desteğini bekliyor; sağlığımıza birlikte sahip çıkmaya davet ediyoruz.”
Feza Tiryaki, 14 Mart 2022