Bayramlar, biraz da hayatta olmayan yakınlarımızla, atalarımızla, kahramanlarımızla, şehitlerimizle buluşmak, onları hatırlamak, minnet ve şükranla anmak, onlardan dualarımızı eksik etmemek için bize sunulan kutsal günlerimizdir... Gelecek kuşakların geçmişiyle bağını koparmamasını sağlayan, geçmişiyle köklerini sağlamlaştıran günlerdir...
Bu bayram geçmiş yıllardaki dini bayramlarımızdan ayrı, bambaşka anlamı olan bir bayram. Şubat ayının başında on ilimiz büyük bir depremle sarsıldı, yıkıldı. Resmi verilere göre elli binden fazla, yıkılan binalara, kayıplara göre de, kaç yüz bin insanımızı canımızı depremde yitirdik. Ölenlerin çoğu yeni açılan uçsuz bucaksız gömüt alanlarına sıra sıra gömüldü…
Şu anda bile enkaz kaldırma işleri sürüyor. Depremin altmış altıncı gününde bile enkazdan ölmüş beden çıkarıldı. Çadırlarda, geçici barınaklarda kalıyor pek çok insanımız. Kimi yakınlarının yanında, kimi başka illere göçmüş, yardıma muhtaç…
Bir anda ailesinden onlarca kişiyi bile yitirenleri duyduk. Tüm ailesini, yakınlarını yitirenler ayrı… Deprem bölgesinde neredeyse her ailenin bir can kaybı var. Gönüller yaralı. Yaralar taze…
Yarın bayram. Ramazan Bayramı. Halk ağzındaki adıyla Şeker Bayramı.
Bayram namazından sonra bizim geleneğimizde ilk ziyaret edilen yerler şehitliklerimiz ve mezarlıklarımızdır. Sonra eve gidilir, aile fertleriyle bayramlaşılır.
Böyle günlerde, “Aile Mezarlıklarını“ ziyaretten bile daha önce “Şehitlikleri“ ziyaret etmeliyiz.
Kemal Demiray’ın büyük boy Türkçe sözlüğünde şehit sözünün karşılığına şunlar yazılmış:
“Yurdu, yüksek bir ülkü ya da görevi uğruna ölen kimse: Çanakkale Şehitleri, Hava Şehitleri.”
“Şehit düşmek: Savaşta düşman tarafından vurulup ölmek.”
“Şehitlik: Şehit olma durumu. Şehit mezarlığı.”
Başka bir sözlük açıyorum. Altın Sözlük, Hüseyin Kuşçu’nun. Şehitliği, “İnanıp savunduğu kutsal bir ülkü için savaşırken ölen, canını veren kimse...” diye açıklamışlar burada.
Yazımı, bunlar, bu bayram günlerinde belki de duymak istemediğiniz sözlerdir ama ölüm üzerine düşüncelerle bitirmek istiyorum.
Tamam, ölüm herkesin başında. Kaçış yok! Ama toplu ölümler önlenebilir, sağlam yapılarla yıkımın önüne geçilebilir. Felaketlerden ders almak, tekrar yaşanmaması için önlem almak, bu kadar büyük acıya destek olmak gerek. Böyle günlerde geçmişimizi unutmamak, sevdiklerimizi, yakınlarımızı anmak, zamansız, gencecik yaşında vatanı uğruna şehit olanları da onurlandırmak, unutmamak, aziz hatıraları önünde eğilmek de görevimiz...
Ne demiş ünlü şairimiz Yahya Kemâl?
“Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi,
Müşkil budur ki, ölmeden evvel ölür kişi.”
İnsanlık yararına, vatan millet uğruna yaptığımız iyi işler, bu dünyada bıraktığımız maddî ve manevî eserler bizi ölümsüz kılar... Adımızı yaşatır.
“Ölürse yer beğensin. Kalırsa el beğensin.” denir.
“Neylersin ölüm herkesin başında. / Uyudun, uyanmadın olacak, / Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında?” diye soruyor şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı.
Yine bir şairimiz, Mehmet Emin Yurdakul;
“ Ölümün amansız kadit elleri / En mağrur başlara kül toprak döker.” diyen dizeleriyle ölümden kaçışın olmadığını herkesi bulacağını anlatmaktadır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed “Bu gün ölecekmiş gibi ibadet et, hiç ölmeyecekmiş gibi çalış” dememiş midir?
Hatta bir şairimiz:
“Düşünsek biz ölümden korkmamak lâzım gelir, zira, / Yerin altında, üstünden ziyade akrabalarımız var!” diyerek bu doğa kanununu benimseyerek anlatmıştır.
Ali Kavafoğlu, “Hayat Destanı” adlı uzun destanında insanın vefasızlığından söz ederek, sözlerini yaradana sığınarak, yazgıya boyun eğerek (tevekkülle) bitirmiştir. Destanın bazı dizeleri, sonu:
“Ali Baba der ki, bu dünya fani,/Veren alır imiş o tatlı canı.
Hıfz edebilsem eğer imanı,/Dünyayı bir pula satıp gidiy’om.”
*
Cenazeyi gömüp dönerler geri,/Toplanırlar eve hep ufak iri
Or’da Kur’an okur hocanın biri,/Başınız sağ olsun diyen gidiyor.
*
Yakın akrabalar kalır orada,/Kimi ağlar, kimi güler arada,
Kimisi mal saklar o sırada/Her biri bir yandan gayret ediyor.
*
“Unuturlar seni üç gün geçmeden,/Ruhun için biraz helva pişmeden,
Kimi gider su getirir çeşmeden/Bunların cümlesini ben seyrediy’om.”
Atalar sözlerimiz de var ölümle ilgili. Bizi yatıştıran, isyanımızı önleyen:
“Ölüm dirim bizim için.”
“Ölenle ölünmez.”
“Ölecek ile alacağa çare bulunmaz.”
“Ölüm Allah’ın emri“
“Ölen bir ölmüş, ağlayan iki.“
“Ölenle ölünmez!“ “Ölenin arkasından ölen yok!” “Ölen ile beraber ölen yok!“ derler ama bu sözler bizim değer bilmemizi engeller mi? Şehitlerimizi unutmayı haklı gösterir mi?
Yine ölümle ilgili, şöyle sözlerimiz vardır. Çaresizliğe düşmemizi engelleyen, bizi uyaran:
“Öldüm öldüm korkarım, öldüm neden korkarım?”
“Ölmek var, dönmek yok!”
“Ölmüş eşek kurttan korkmaz!”
“Ölümden ötesi yok ya?”
“Ölüyü örte korlar, diriyi dürte korlar.”
“Ölümü gösterip hastalığa razı ederler.”
“Ölümden öteye köy yok!”
Uzun sözün kısası, bayramda şehitliklerimizi ve aile mezarlıklarımızı ziyaret etmeyi unutmayalım...
Depremde canını yitirenleri de kendi canımız bilelim. Yardım elimizi oralardan hiç çekmeyelim.
Bir mezar taşına şöyle yazmışlar:
“Kimsesiz kimse yoktur; herkesin var kimsesi
Kimsesiz kaldım, yardım et ey kimsesizler kimsesi.”
Bir diğerinde şu yazar:
”Ziyaretten murâdım bir dûadır,
Bugün bana ise, yarın sanadır.”
Feza Tiryaki, 20 Nisan 2023