“Kandilde var, mumda yok / Mendilde var, çul da yok”
“Dil” yanıtını eminim hemen bildiniz. Çok eski bir bilmecedir bu. Durun, bunu bilecek misiniz bakalım?
“Gitti gelmez, geldi gitmez.”
Hemen yanıtlamayın, bir düşünün. Yirmi seneliğine gelen, gitmek bilmeyen bir iktidarı sormuyor bu bilmece. Yanıtı; Gençlik, yaşlılık. Biri, gitti mi gider, diğeri geldi mi gitmez, ölene kadar.
“Altı mermer üstü mermer / İçinde bülbül öter!”
Televizyonda ötenler değil burada sorulan, yanıtı; ağız, dil. Ekranlara çıkan, sanal dörtgenlerin içine sokulan o konuşan kafalar değil, bildiğimiz insan dili, konuşan normal insanlar, bu bilmecenin sorduğu.
Oyuncu Beren Saat bir ödül almış, İklim Zirvesi’nde. Ödül gecesinde ilk kez doğru bir şey söylemiş, şaşırtmış duyanı duymayanı. Köprülerin yolların karın doyurmadığını ima etmiş bir şekilde, eline fırsat geçmişken, fırsatı vatandaş adına kullanmış:
"Rahatsızlıklarımızı dile getirdiğimizde, "Köprülere, yollara bak, ne kadar iyi çalışıyor.” cevabını aldık". demiş. Üstelik sözünün başında, türbanın Cumhuriyet kurumlarında, okullarda yaygınlaşmasını da bir şekilde övmüş. Bu durum eğitim eşitliği sağlamışmış. (?)
Türbanı çek çek uzat… Bir kez siyasete kurban edilirse kurallar, bu işin sonu gelir mi?
Sonra, hepsi hepsi bu dediklerinin. Köprülere kibarca laf atması. Sen misin siyasete karışan, hele hele iktidarın yoluna ufacık da olsa taş koymaya kalkan. Hakan Ural adlı oyuncu zat alınmış buna. “Hiç o toplara girme, altında kalırsın!” demiş, kükremiş.
İş burada bitmemiş, “Arda Boyları"ndan başkaca bir şarkısını hatırlamadığımız, durmadan “Ah anneci’m” denen türküde “Ah anneci’m, ah anneci’m, yaktın ya beni / Bu genç yaşta denizlere attın ya beni / Uyan uyan e recebim senin olayım.” diye diye anneye lanet okuyan, o çok acıklı sesli, son yılların hızlı iktidar destekçisi Şükriye Tutkun durur mu? Unutulmanın, sönüp gitmenin acısını Beren Saat’e saldırarak çıkarmış. Hem de bel altından, sinsice, çirkin mi çirkin bir şekilde saldırmış.
Yeniçağ gazetesinden aldım haberi:
“Toplumun ahlakını bozan yerli Dallas’ın Bihter'i” diyerek Beren Saat’e seslenen Tutkun, sözlerine şöyle devam etti:
“Dakikalarca tecavüze uğradığı sahneleri ile haftalarca gündemde kalan tecavüzü alkolü özendiren Fatmagülün Suçu Ne dizisinin başrolü Beren Saat gülümseyerek kadın haklarından bahsetmiş.”
Bu konuşmaya en son eleştiri yapabilecek biri, üstelik kendisine Halk Müziği sanatçısı denilen birinin yazdıklarına bakın, nasıl belden aşağı sözler, nasıl seviyesiz sözler… “Amerika değil miydi senin vatan?” sözlerini ise koyacak yer bulamadık. O derece yersiz, çocukça…
Ya bu sözlerinin seviyesizliği?
“Hatırlar mısınız, zihninizi bir tarayın hemen aklınıza gelecek pazarlarda Fatmagül’ün iç çamaşırı diye mallarını satmak için bağıran pazarcılar. Bazı alkol satan yerlerde de “Fatmagüle tecavüz eden adamın içtiği viski geldi” yazıları görüyorduk. Unuttun mu bunları Beren Saat’ciğim…”
“ Kara tavuk dalda yatar / Dal kırılmış yerde yatar” bilmecemiz zeytini tanımlar. Soframızın vazgeçilmezi, zeytini. En değerli ağacımızın en değerli meyvesini… İşlenip, tuzlanıp yenilen, meyvesinden yağ çıkarılan zeytinimiz. Sofralarımızın katığı, yoksulun yağlı ekmeği, halkın başyemeği zeytinimiz. Bir kaç hafta önce birden bire tek imzayla, ani bir kararla zeytinliklerimiz madenciliğe açıldı. Zeytin ağaçlarını talan etmenin yolu açıldı dedi bilenler.
Toplumun sesi olduğunu iddia eden bir türkücü, asıl zeytin ağaçlarına sahip çıkmalıydı. Manisa‘da daha dün, ilk zeytin kırımı başlatıldı madencilik (!) adına. Zeytin ağaçları kökünden sökülüp atılırken haykıran, şirketlere karşı duran köylü kadınların sesi olmalıydı, türkücü hanım, Nuh Nebi zamanında oynanan dizilerle uğraşacağına. Hem o dizileri Beren saat yazıp yönetmedi ki? Konularını başkaları yazmış, hele Bihter rolünü oynadığı dizi, üstelik bir eski eserden, edebi bir kitaptan. Fatma Gül hikâyesi de öyle. Başkasının kurgusu. Pazarcılara kadar düştüyse bu tür dizilerin reklamı, günümüz Esra Erollerinin yayınlarına, Müge Anlıların yayınlarına baksa ya Şükriye hanım. Türk aile yapısına nasıl saldırılıyor bu tür yayınlarda, nasıl ahlaksızlık özendiriliyor, bir anlatsa, bir önderlik etse, bir iki sözle karşı çıksa ya…
İktidarı koruyayım, göze gireyim derken bir çuval inciri berbat etmiş…
Türküsünde, anneye “anneci’m” diye diye lanet okuyan, kutsal anneliği yerin dibine sokan, türküdeki damat adayına anası için, kendisi gitsin, kendisi onunla evlensin diyebilen türkücümüz, (“Bu genç yaşta denizlere attın ya beni/Alıverin feracemi annecim diksin /O “gıymatlı” (kıymetli) İsmail’e kendisi gitsin.”) şimdi ne alakası varsa çevirdiği dizilerle ilgili Beren Saat’e vuruyor. Çünkü bu oyuncu, küçücük de olsa iktidar eleştirisi yapmış. Hemen kendi göğsünü siper ediyor bu duruma. Karşılığını nasılsa alacak, övülecek, ödüllendirilecek, devlet yönetim katında (iktidar) makbul kişi sayılacak…
*
Rüya; “Kul görür, Tanrı görmez” diye tarif edilir bilmecelerimizde. Kendisi rüya görüyor olmalı.
“Az gitti, uz gitti, dere tepe düz gitti/altı ay bir güz gitti, uyanınca hep bitti.”
Geçen yaz ormanlar yanarken de olaya iktidar yönünden karışmıştı türkücü herkesi şoke ederek. Sonra bir de türkü yakmaz mı, dinci, Osmanlıcı, ulusal devlet karşıtı, Suriyelileri - Afganları içimize dolduran siyasete. Adı sanı verilerek. Olursa bu kadar olur dedirten:
“ Elhamdülillah… /Tarihe ışık tutan / Mazluma kucak açan / Dünyaya örnek olan / Geçmişten geleceğe / Ümmete sahip çıkan / … ”
Türkü, halk ezgileriyle söylenir, derleyeni vardır türkünün, bestecisi olmaz… Olursa ona türkü denmez. Türkü adayıdır ortaya çıkan. Halk, yüz yıllar sonra karar verir o söylenen türkü mü, değil mi? Cumhuriyet döneminin son halk ozanı Âşık Veysel’dir, onunla âşıklık, türkü yakmak son bulmuştur…
“Yeşil atlas / Suya batmaz”
Zeytinimiz, zeytinyağımız elbet yine üste çıkacak, binlerce yıl yaşayabilen asırlık ağaçlarımızı ne yapıp edip koruyacağız ama tarih bu günlerde kimin nelerle uğraştığını da yazacak…
Tıpkı dünya televizyonlarınca yazılan Oscar ödülleri gecesindeki gülünç komedi gibi. Danışıklı dövüş iki siyah renkli, bir şekilde ünlü ettikleri kişiyi kapıştırdılar canlı yayınlarında, biri diğerine hiç nedensiz sırf gösteri olsun cepler dolsun diye tokat attı ödül dağıtırlarken. Olayı azıcık araştırınca da saklanamaz pisliklerini gördük bu ünlü denilenlerin, ünlü edilenlerin, iç dünyalarını, evlilik anlayışlarını (açık evlilik), yozlaşmaları uzaktan izledik. Daha geçen yıl toplumda açık açık bir siyah renkli şarkıcıyla sevgili olan, bunu herkese göstere göstere yaşayan tokatçının karısı değilmiş gibi bilene bilmeyene, saçma tokadı yutturdular, “bu ne sevgi ah!” dedirterek maval okuttular.
Nasıl iki yıldır salgın salgın diyerek tüm dünyayı tek elden yöneten, herkesi sindiren, genetik sıvılara batıran zihniyet, şu an Ukrayna- Rus savaşı diyerek yeni bir sanal oyun oynayan, oynattıran zihniyet, aynı zihniyet… Sıvıları bıraktık şimdi Ukrayna deyip yatıyor, Ukrayna ile kalkıyoruz. Kabak bizim başımıza patlayacak gibi sonunda.
Bunların dudakları birbirine değmez, bir dudakları yerde, bir dudakları gökte çünkü, Türk masallarındaki devler gibiler, boşuna bilmeceleri kurcalamayalım:
“Anaya değmez, babaya değer / Halaya değmez, amcaya değer / İğneye değmez, ipliğe değer / Vallahi değmez, billahi değer.”
“Ne idim ne idim / Sahralarda bey idim / Felek beni ne yaptı? Beli bağlı kul yaptı!”
Hemen ürkmeyin canım bilmeceyi görünce, ne oldum ne olacağım demeyin. Atalarımız, alt tarafı bu bilmeceyle süpürgeyi anlatmışlar, kapı arkalarına konulan, süpürge otundan yapılan. Siz ne sandınızdı?
Bu da fazladan olsun, bir bilmece daha soralım, paralı köprülerden, otoyollarından bilmecemizle güle oynaya geçelim, paralı hastanelerimizde, sülalece borçlandırıldığımız yataklarda cümbür cemaat yatalım:
“Bir köprüden üç kişi geçer. / Biri bakar, basar geçer./ Biri bakar, basmaz geçer. / Öbürü ne bakar ne basar geçer.”
Bilemediniz, ne peri, ne cin bu geçen kişi. Ne sanal âlemden, ne bilgisayardan… Ne de aya çıkıldı yalanından kalma…
Dünya durdukça insanoğlunu var edecek, koruyup kollayacak anadan ve ananın kucağındaki, karnındaki çocuğundan söz eden bir bilmece bu.
“Alaca mezar, dünyayı gezer.”
Gezemezsen gör bari. Göz, bunun karşılığı. “Göz muhannestir (korkak), her şeyden korkar.”
“Mantara basma!” (Oyuna gelme!)
“Ne dökersen aşına, o çıkar kaşığına.” “Ne döv, ne dövül!”
“Manavla hekim düşman olmaz!”
“Manda karadır ama sütü beyazdır!”
“Ne edersen et, insafı elden bırakma!”
Seçimler geliyor. Aslı astarı olmayan, ne alaka kel alaka bir kedi bilmecesiyle de yazımıza son verelim:
“Mesel mesel maliki / Tırnakları on iki .”
“Bıldırcın budunu kaşır, bulduğunu bana taşır.”
Kaşık kaşık yiyiniz yatmadan önce, o şeyden, afiyet olsun…
Feza Tiryaki, 3 Nisan 2022