Öğrencilik biz öğretmenler için bitmeyen bir süreçtir. Okullardan kopamayız, geleceğimiz olan çocuklardan böyle önemli günlerimizde ayrılamayız…
Yine, dün, sabahtan, okuldaydık, öğretmenlerimizle, ana babalarla… Atamızın huzurundaydık.
29 Ekim’de, Cumhuriyetimizin yüzüncü yıl kutlamasından sonra bayramlarımızı gelecek yıllara bıraktık. Neler olacak, yaşarsak göreceğiz. “Son Bayram” demiştik bu yıl, 23 Nisan’a, 19 Mayıs’a, 30 Ağustos’a…
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı önce 17 Ekim’de TRT’den kaldırıldı, Filistin olayları yüzünden 29 Ekim’deki bayram kutlamalarının televizyondan kaldırıldığı bildirildi. Sonra da tam bayramdan bir gün önceye Filistin Mitingi alındı, bayramın heyecanı, coşkusu gölgelendi. Yine iş şarkıcıların popçuların konserleriyle halledildi, kutlamalar yüzüncü yıla yakışmadı… Bayramın ulusal boyutu güme gitti, çocuklarımızın belleklerine unutulmaz bayram anıları kazınamadı, okulların kutlaması yöreden yöreye değişti, isteğe bırakıldı.
Günler durdu mu? Durmadı.
Ekim ayının ardından, Kasım geldi, yüce Önderimizin sonsuzluğa uğurlandığı gün geldi, 10 Kasım geldi:
Geleneksel anmalar yine geleneksel şekilde yapılmalıydı. Tam saatinde Atamızın huzurunda olmalı, saygı duruşunda bulunulmalı, çocuklarımızdan Atatürk şiirleri dinlemeliydik. Gönlümüzden geldiği gibi duygulanmalı, gözyaşı dökmeli, en sonunda da umutlanmalıydık…
Bulunduğumuz yere en yakın okula, Çevreli köyündeki okula gittik sabah erkenden. Anma törenini oradan izleyecektik, oradaki ana babalarla, ilkokul ortaokul çocuklarıyla birlikte saf tutacaktık… Saygı duruşunda koskoca bir şanlı dönem gözümüzün önünden geçecek, bize bu yurdu, bu cumhuriyeti armağan eden yüce Önderimize gönül borcumuzu hep birlikte duyumsayacaktık, çocuklarımız, gençliğimiz, Cumhuriyetin öğretmenleri içimizden geçenleri dile getireceklerdi…
*
Şu söz bile oraya gitmeye değerdi:
“Bugün Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 85.ci yıldönümü için toplandık.” denmesi, ardından iki dakikalık saygı duruşu, saygı duruşundan hemen sonra İstiklal Marşı'nın çalınması, marşı çocuklarla birlikte okumak…
Siren sesleriyle geçen o dakika Cumhuriyetimizin tarihiydi sanki… Bugünlere erişmemizin, bizlere bırakılan bağımsız cumhuriyet için yaptıklarımızın, yapamadıklarımızın gönüllerde sorgulanmasıydı, yüce Önderimizi ulusça, aynı anda anarken içimizden geçenlerdi…
Okul önünde çocuklar sınıflarına göre arka arkaya sıraya girmişlerdi. En uçta anaokulu çocukları, yanında sırasıyla birinci, ikinci üçüncü… sınıflar. Son sıradaki çocuklar okulun ortaokul bölümündenmişler. Öğrenci sayısı fazla değil, küçük bir okul burası. Eskinin güzel okulları gibi, tek katlı yapılarda okuyor çocuklar, ne mutlu onlara…
Anma törenlerinin bildiğimiz, güzel sözleriyle başladı tören:
“Mustafa Kemal adı, gönüllerimizde dalgalanan bir bayrak, damarlarımıza vuran bir nabız, içimizde açan taze bir tomurcuk, bir doğup bir daha batmayan güneştir.”
Yine anma törenlerinin (yazanı bilinmeyen) anlamlı sözleriyle devam etti tören:
“İnsanlar çeşit çeşit ölebilirler... Ölmeden evvel ölebilirler, sayılı yıllarını bitirdikleri için ölebilirler. Fakat bir insan vardır ki, onu olaylar yıpratamaz, yıllar tüketemez. Herkese boyun eğdiren ecel onun manevi kimliğine dokunamaz.” Sonra bu sözlere Atatürk sözleri eklendi:
"Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeter." "Ey yükselen yeni nesil, gelecek sizlerindir! Cumhuriyeti biz kurduk, O'nu yükseltecek ve yaşatacak sizlersiniz." Bu söz, bir vasiyet niteliğindedir, açıklamasından sonra, Atatürk’ün ebedi hatırasını bu düşünce ve duygularla selamlıyoruz, denildi, şiirlere geçildi.
İlk şiir “10 Kasım” adlı o günleri anlatan bir şiirdi, bir küçük kızımız okudu:
“10 Kasım 1938,/ Günlerden Perşembe./ Atatürk'üm ölmüş,/Saat dokuzu beş geçe.”
Şiir şöyle bitiyor:
“Emanet etmiş bizlere,/Kurduğu cumhuriyeti./Var oldukça bu dünya,/Bilmeliyiz kıymetini.”
Bundan sonra okunan şiir en güzel Atatürk şiirlerindendir, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın (1926-1984) yazdığı;
“Mustafa Kemal’i Düşünüyorum”
“Mustafa Kemal'i düşünüyorum; /Yeleleri alevden al bir ata binmiş/Aşıyor yüce dağları, engin denizleri./Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda,/Işıl ışıl yanıyor mavi gözleri.
Mustafa Kemal'i düşünüyorum;/Yanmış, yıkılmış savaş meydanlarında/Destanlar yaratıyor cihanın görmediği,/Arkasından dağ dağ ordular geliyor/Her askeri Mustafa Kemal gibi.”
Ya şiirin bu dizeleri, onlarca yıldır önemini yitirmemiş:
“Mustafa Kemal'i düşünüyorum; /Ölmemiş bir kasım sabahı!/Yine bizimle beraber her yerde,/Yaşıyor dört köşesinde vatanın/Yaşıyor damar damar yüreklerde.”
Burada sunucu “İnanın Mustafa Kemaller Tükenmez” şiirinden (Halim Yağcıoğlu, 1918-2008) şu dizeleri okudu:
“Başın mı dertte beni hatırla/Duy beni en sıkıldığın an/Baştan sona her şeyiyle bu vatan/Sakın ağlamasın kasımlarda/Fatih'ler Kanuni'ler ölmez/İnanın Mustafa Kemal'ler tükenmez”
Sıra geldi Atatürk’ün hayatının kısaca anlatılmasına. Bir kız öğrenci kısa ve öz anlattı Atamızın hayatını.
“Atatürk 1881 yılında Selanik’te doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi ise Zübeyde Hanım’dır.” diye söze başladı, en sonunda da Atatürk devrimlerini tek tek saydı; harf devrimi, kılık kıyafet devrimi, eğitim öğretimin birleştirilmesi…
Söz burada Andımız’daki sözlerle buluştu:
“Ey büyük ATATÜRK açtığın yolda, gösterdiğin hedefe hiç durmadan yürüyeceğime and içerim... Varlığım Türk varlığına armağan olsun...”
Sırada “Atatürk’ü Duymak” şiiri. Behçet Necatigil’den (1916- 1979). Bir kız öğrencimiz okudu. Şiir şu dizelerle biter:
“Kaç Türk var şu dünyada, bir o kadar susuz:/Hepsinin gönlünde sen, bir pınar bulmak gibi./Ancak senin havanda sağlıklar, esenlikler;/Olmaya devlet cihanda Atatürk'ü duymak gibi.”
Y. Doğan Ergeneli’nin şiirine geldi sıra.
“Bir Tutkudur Mustafa Kemal” diye başladı. İkinci dörtlüğü şöyleydi:
“Bir Türküdür Mustafa Kemal;/ Suskun ağızlarda söyleşir, durur. /Çaltıburnu'nda gözetir denizi. /Köroğlu'nda bağdaş kurup oturur...”
Bu, “Atatürk”, şiiri son şiirdi, Cahit Sıtkı’dan(1910-1956), sözleri zor anlaşılan:
“Atatürk’üm eğilmiş vatan haritasına /Görmedim tunç yüzünde böylesine geceler/Atatürk neylesin memleketin yarasına/Uçup gitmiş elinden eski makbul çareler”
Şiir bitince, “Anma Törenimiz sona ermiştir!” denildi.
Töreni hazırlayan öğretmenlerimize içten teşekkür ettik. Tam o sırada şiir dinletisi duyuruldu.
Çocuklar öğretmenleriyle bir şiir dinletisi hazırlamışlar, isteyenler kalıp dinleyebilir diye duyuruldu. Öğrencilere önde tabureler, sandalyeler dağıtıldı, herkes yer bulup oturdu. Sıcacık Akdeniz’in güneşli Kasım havasında isteyen taşlara oturdu, isteyen duvarlara…
Öğretmenleri çocukları çok güzel hazırlamış, şairlerimizden ünlü, beğenilen şiirleri ezberletmiş… Sekiz küçük öğrenci sekiz pırıl pırıl çocuğumuz (Nazar, Buse, Yusuf, Erva, Elif, Mehmet, Ayşe, Düriye) sırasıyla şiirlerini okudu…
Bu törenin en güzel yanı neydi biliyor musunuz? Çocuklarımız çok sessiz ve saygılıydılar. Bir kişi bile yanılıp okunan bir şiiri alkışlamaya kalkmadı. Aralarında konuşmadılar. Anma törenine uygun davrandılar, sessizdiler, günün önemine saygılıydılar…
Gözümüz arkada kalmayacak. Yeni kuşaklar yetişiyor. Atatürk’ün dediği gibi:
“Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında milli birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur.”
Çocuklarımızla, öğretmenlerimizle, köylülerimizle onur duyduk.
Atatürk’ün önünde, bir kez daha gönül borcuyla, ülkemizin her yanında, toplandık, buluştuk…
Feza Tiryaki, 11 Kasım 2023