Yıllardır her ulusal bayramımızın yazısını yazarım, bayramlara katılır, izlenimlerimi anlatırım. Öyle dümdüz bir haberci gibi anlatmam, okuyanı alır bayrama götürürüm, hem gösterir, hem öğretir, hem de anılarını canlandırarak, geçmişi yaşatarak, geleceği göstererek düşündürürüm; neydik ne olduk, nereye gidiyoruz, diye… Yaşadığım yerde, köyde, köy okulları açıkken oradan kaç bayram yazdım. Köy okulunun ikisi de kapandı, bu kez Çevreli Köyü’ndeki bayramları yazdım. İlçe bayramlarını anlattım. Bir Kaş’ı bir Demre’yi. Yurtdışındaki bayramları da atlamadım. Denk geldiklerimi izleyerek anlattım.
Bütün bunlar yetmedi, yazdığım yüzlerce bayram yazısından seçmeler yaparak, araya Türk kültüründen anlatılar, masallar da koyarak son on üç yılın bir bayram belgeselini hazırladım:
“Son Bayram” kitabı.
İlk kez 2018’de sormuşum: “Bayramlar Bitti mi?” diye.
“Evlat acısı gibi içimize çöküyor yitirdiklerimiz.” diye söze başlamışım, bayram yazıma. Geleneklerimizin, değerlerimizin yıl yıl yitirilmesine, unutulmasına yanmışım.
Son Bayram’ı basan yayınevi kitabın tanıtımına şunları yazmış, tam aklımdan geçirdiklerimi:
“Gelecek nesillere, bayramların neden ve nasıl değiştiğini sorgulatan bir belge niteliğinde olan "Son Bayram", kutlamaların toplumsal ve ulusal önemini yeniden düşünmemiz için bir çağrı yapıyor.”
Sonra kitabı sanki özetlemiş:
“Bu kitap, geçmişe bir ayna tutuyor ve gelecek kuşaklara bayramların ruhunu anlatıyor.”
Yine kitaptan bir bölüm, 2018’in 23 Nisan’ı:
“Bir gün önceden alır seni bir telaş:
“Yarın bayram, sabah erkenden kalkmalıyım. Giyinip kuşanıp, bayram yerine gitmeliyim. Günün havasını solumalı, bandolardan, ses yükselticilerden (hoparlör) ortalığa dağılan marşları dinlemeli, yeşil dallarla süslenen sokakları, caddelerin üstüne gerilen iplere takılan, evlerden sarkıtılan, balkonlara, kapılara asılan bayrakları görmeli, geçit töreninde gözlerim yaşarmalı, yeni yetişen kuşaklarla, öğretmenleriyle, Cumhuriyeti kuran ordumuzla, geçit törenlerinde bir kez daha onur duymalı, İstiklal Marşı okunurken Kurtuluş Savaşı günlerini anımsamalı, bu yurdu bize verenlere selam durmalıyım…”
Sonra bayramı ara dur:
“Peki, nerede bayram? Bayramlar, artık böyle, on dakikalık bir çelenk koyma töreni. Sonra duyururlar, bayram, okulların yaz tatiline denk gelen 30 Ağustos Zafer Bayramı değilse: “Falan okulun salonunda bayramın devamını izleyebilirsiniz.” Sokaklar? Boş. Alanlar? Oralardan çoktan bayram kaldırıldı. (Küçük çocuklar yağmur yağarsa üşürmüş.) Evler? Bayraksız. Vatandaş asmaya korkuyor, mimlenirim diye. Çocuklar? Görevli olmayan evde. Aileler derseniz, çocuklarıyla tatil yerlerinde gezmelerde.”
*
Şimdi yıl, 2024. 30 Ağustos 1922’nin, yüz ikinci yıldönümünü yenice kutladık.
Kutladık mı?
“ 30 Ağustos, Türk yurdunun bağımsızlığına kavuşmasını dosta düşmana gösteren kutlu gündür!”
Gösterdik mi? Yoksa tek marş okunmadan, tek marş çalınmadan mı bitti törenler?
Her bayram olduğu gibi gazeteler şunu sormuşlardı başlıklarında, hiç mi hiç sıkılmadan:
“30 Ağustos resmi tatil mi? 30 Ağustos Zafer Bayramı özel sektöre tatil mi?(Cumhuriyet)”
Bu satırları gazeteci Akif Beki yazdı bayram gününde:
“Yine bir 30 Ağustos ve yine kutluyormuş gibi yaparken aslında böyle bir savaşın ve zaferin varlığına hiç inanmayanların ikiyüzlü, akıl dışı hezeyanlarına maruz kalıyoruz.”
Bu sözler de bir yerel gazetecimizden (Emin Eğri, Kastamonu):
“Bu gün “ZAFER BAYRAMI”. Yüz evden ancak birinde bayrak asılı!.. Hani “Bayrak inmez, Ezan susmaz, Vatan bölünmez” diyorduk! Gerçekten şaşkınım!"
Alışılmadık bir haber, DHA’dan:
“30 Ağustos Zafer Bayramı Tırmanışı.”
“Dağcılar, Ağrı Dağı'nın zirvesine tırmanıp, Atatürk posteri ve Türk bayrağı açtılar.”
İyi güzel de, dağda açıkları “30 Ağustos Zafer Bayramı Tırmanışı” yaftasının içindeki “Gazze’deki zulme, katliama dur de!” sözü ne?
Bayram mı kutluyorsun, başka ülkeler için günlük siyaset mi yapıyorsun? Ne demek bu? İki konuyu nasıl birleştirdin? Ne alâka?
Bu haber de 30 Ağustos gününün en garip haberi:
“Erzurum Valisi, 2. Abdülhamid'in tahta çıkışının yıldönümünü kutladı: 'İradesi, kararlılığı, dehası ve ileri görüşlülüğü... “ diye başlayan sözlerle 148 yıl öncenin çok tartışılan bir padişahını anıyor, yüce önderimizi, silah arkadaşlarını, Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızı anacağı, yurdu kurtaranlara ulusun gönül borcunu dile getireceği yerde… Bir düşünelim; Başkomutanın Atatürk olmasaydı, seni besleyen Türkçe’n, bu güzel yazı dilin, yaşatacağın bir kültürün, bağımsız bir yurdun olur muydu? Yoksa tarihten mi silinirdin?
Ülke adlı bir televizyon kanalı yine aynı gece 30 Ağustos’u yok saymış, “Malazgirt Savaşı ve Sonuçları”nı konuşturuyordu hâlâ. 30 Ağustos Zaferi olmasa, Türk vatanı kalır mıydı, biz Türkler ne olurduk, dilimiz, töremiz kalır mıydı, o zaman Malazgirt’i kim bilirdi demeden.
Ya Beyaz TV adlı kuruluşun, özellikle Türk’ün bu kutlu zafer gecesine koyduğu film? Antik Yunan’ın saçma sapan konulu, Yunanistan’da, Yunan hükümetinin desteğiyle çevrilen, “300 Spartalı” filmi. Sparta, antik Yunan’dan bir şehir devleti.
Filmde 300 Spartalı asker, çok kalabalık Pers ordusuyla savaşıyormuş. Masaldan film çekilmiş, dünyaya dayatılmış. Niye biz böyle bir kutlu gecede elin masalına baktırılıyoruz? Hem de böyle bir Zafer gününde? Nerede denetim?
Bir kurtuluş bayramlarında, Yunanistan’ın, bizden bir tarihi filmi, bir Türk destanı filmini yayına koyduklarını düşünün. Hiç olabilir mi? Aklına bile getiremezsin. Olamaz çünkü. Yöneticileri, Yunan halkı buna izin vermez!
Biz, 30 Ağustos’ta arkası İngiliz destekli, gözü vatanımızda olan bu işgalci Yunan’ı yendik, perişan ettik, ardından İzmir’e kadar da kovaladık. Böyle bir günde, uydurma bir Yunan destanı, Yunan övgüsü. Neden bu gece Türk askerini Türk çocuğuna anlatan bir film koymak akla gelmiyor? Kemal Sunal filmleri iyi güzel de neden böyle günlerde yine yayında? Yeni, o biçim diziler, eskinin aşklı meşkli, anlatacağı tek bir öğretisi olmayan, seyredene bir şey vermeyen basit dizilerini, boş güldürülerini bıkmadan yine doldurdunuz televizyonlara!
TRT, yabancı film, Baba’yı koymuştu ertesi gece yayına. Herkesin evde olduğu, bayram tatilinde. Filmde şu sözlerle dua ediliyordu: “Kutsal Meryem, lütfunu esirgeme. İsa’nın annesi, biz günahkârlar için dua et.” Yakıştı mı bu geceye bu film? Mafya filmi. Nerede kendi kültürümüz, değerlerimiz? Kahramanlıklarımızı anlatan filmler?
Ankara Devlet Tiyatrosu Sefiller’i oynamış 30 – 31 Ağustos’ta. 18. Yüzyıl Fransa’sının romanı. Niye böyle bir günde Sefiller? Niye Kurtuluş Savaşı’ndan bir oyun değil? Ulusal duyguları neyle, nasıl yaşatacaksınız? Asıl vatan göreviniz, varlık sebebiniz bu değil mi?
Turgut Özakman, “Cumhuriyet Türk Mucizesi” adlı kitabında o günlerden, Yunan’dan şöyle söz eder:
“Yunanlılar kaçarken yolları üzerindeki köyleri, kasabaları, şehirleri ve binlerce camiyi yakıp yıkmış, halka çok acı çektirmişlerdi. Bağları sökmüş, incirlikleri, zeytinlikleri ateşe vermiş, hayvanları öldürmüşlerdi. Becerebilseler Türklere yâr olmasın diye kara toprağı da yakacaklardı.”
Yine aynı kitapta şu açıklamayı yapar yazar:
Milli Mücadele’yi (Kurtuluş Savaşı) bir Türk – Yunan savaşına indirgemeye, anti-emperyalist (yayılmacılara karşı) özelliğini örtmeye çabalayan bazı yazarlarımız bulunuyor. Tarihe, gerçeklere, olaylara, on binlerce belgeye ve kanıta, uluslararası tanıklara rağmen bu iddiada bulunanları bilgisiz diye nitelemek doğru olmaz. Bunlar bile bile gerçeğe ihanet ediyorlar. Doğruyu saklıyor, yerine yalanı yerleştirmeye çalışıyorlar. Bizden başka hiçbir ülkede böyle bir tarih sahteciliği yok. İnsan utanıyor.”
Bu da haber başlıklarından biriydi aynı gecenin:
“Küçükçekmece’de 30 Ağustos Zafer Bayramı coşkuyla kutlandı” haberi. Sabah “ilçe protokolü”(üst düzey yöneticiler) Halkalı’daki Atatürk Anıtı’na çelenk bırakmış. Akşam saatlerinde de halk Sefaköy’den Küçükçekmece’ye ellerinde bayraklarla yürümüş. Alışıldık, alanlarda toplanılıp yapılan, bilindik, geçit törenli bir bayram kutlaması olmamış. Göldeki Amfi tiyatroda (amfi; oturma yerleri basamak basamak yükselen yer) DJ (müzik çalan, müzik seçimi yapan görevli) performansıyla (verim, başarı) eğlenilmiş.
Sonra erinmedim 30 Ağustos Zafer Bayramı tüm yurtta coşkuyla kutlandı, haberlerine baştan sona baktım. Hepsi neredeyse aynı: Atatürk Anıtı’na çelenk bırakma (Kaymakam- Vali, Belediye Başkanı, Garnizon Komutanı), saygı duruşu, İstiklâl Marşı, kimi yerde komutanın günün anlam ve önemiyle ilgili bir konuşma yapması, dağılma… Bazı yerlerde öğrenci şiirleri, bir iki halk oyunu oynanması.
Denizli Valiliği’nin bayram kutlama duyurusu kutlamaların en güzellerinden biriydi.
Tören alanı, valilik önündeymiş. Programları kaldı mı böyle kutlama dedirtiyor duyana:
“- Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı - Günün Anlam ve Önemini Belirten Konuşma - Şiirlerin Okunması
- Halk Oyunları Gösterisi. Sonra tören geçişi yapılmış:
- Askeri Tören Birliklerinin Geçişi - Muharip Gaziler Derneği Üyelerinin Askeri Araç ile Geçişi
- Harp Malulü, Gaziler, Şehit, Dul ve Yetimleri Derneği Üyelerinin Askeri Araç ile Geçişi
- Askeri Araçların Geçişi - Sporcuların Türk Bayrağı ve Atatürk Posteri ile Geçişi”
Bu güzel bayramı, tören geçişlerini, askerlerimizi gençler, çocuklar izlediler mi, halk orada mıydı, yoksa bu yazılanlar yalnızca kâğıt üstünde miydi, orasını bilmiyoruz…
Çoğu yerde ne bando çalınmış, ne ses yükselticilerinden bayram için kahramanlık türküleri, marşlar dinletilmiş. Akşam oldu mu yarı çıplak giyimli, bedenleri dövmeli, aşk şarkıları okuyan, mız mız mızıldanan, mızıldanırken kıvranan yeni nesil popçular ortalığa saçılmış. Olmuş size bayram konseri.
Yapın pıtırak gibi çoğalan şarkıcılarla Batı taklidi popçu konserlerinizi, giden gitsin, seyreden seyretsin ama bunu bari ulusal bayramlarımızda yapmayın! Bu duruma kim dur diyecek, bu yozlaşmayı kim önleyecek? Alan razı veren razı olunca bu yeni moda yozlaşmadan kurtulmamız epey zor!
Pek çok yerde anıtlara çelenk bırakma töreni ile kısıtlıydı bayramlar demiştik. Üçlü Cumhuriyet temsilcileri( Vali- kaymakam, komutan, belediye başkanı) bile çok yerde, bir arada meydanda dolaşarak halkın bayramını kutlamamışlar.
Tıpkı bayram kutlamak için gittiğimiz Kaş’taki gibi. Bir bayram kutlamasının bu ilçede bu derece etkisiz, baştan savma yapıldığını ilk kez gördük desek yalan olmaz. Eskiden hiç olmazsa töreni beklerken “Onuncu Yıl” çalardı, “Yaşa Mustafa Kemal Paşa, yaşa!” derdik birlikte. Geçmişimizle onurlanırdık. Vatan Marşı’nı dinlerdik. “Ey vatan gözyaşların dinsin!” denirdi. Gençler öne atılırdı. “Atalarım gökten yere “ diye başlayan Bayrak Marşı hep birlikte okunurdu. Gözler yaşarırdı. Daha evin içinde, sabahtan başlardı marşlarımız çalınmaya. Türküler yakılmaya… TRT’nin göreviydi bu işler, bayram kutlama onlardan sorulurdu, bir zamanlar bu görevleri kaldırılmamıştı TRT’nin, devletin işiydi bayram kutlamak, alanlarda törenler düzenletmek, bayramları alanlardan tüm ülkeye canlı izletmek, televizyonlara öğretici, belgesel bayram filmleri koymak, Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği sanatçılarına konserler düzenletmek… Popçulara teslim edilmemişti gençlik… Öğrenciler, askerler, polis okulu öğrencileri bayramlarımızın olmazsa olmazıydı. Tüm okullara bayramlara katılmak zorunluydu.
Bayramlarıyla ünlü Kaş’a, çelenk koyma, saygı duruşu, İstiklal Marşı ile başlayan, iki öğrencinin de şiir okumasıyla sona eren on dakikalık bir kutlama yakıştı mı? Sanki kutlama yasağı varmış gibiydi. Deniz Binbaşı Mustafa Gündüz’ün kısa ama içeriği çok güzel o konuşması da olmasa, orada ne yapıldı anlamayacaktık. Anıtın üst yan tarafında çelik gibi ayakta duran askerlerimizi, subaylarımızı görmesek, 30 Ağustos’u yaşadığımızı bilmeyecektik… Doğal olarak tüm bunları tek bir gencimiz, çocuğumuz, halkımız görmedi… Oraya toplanan bir avuç kişiydik…
2015 yılı 30 Ağustos’u yeniden yaşanıyor gibiydi, o zaman 30 Ağustos kutlamaları iptal edildi denmişti, bayram ertelenmeden, birden, “bayram iptal” denmişti, bayramdan iki gün önce.
“Başbakanlık tarafından çıkarılan 28 Ağustos 2015 tarihli ve 29459 sayı ile yayınlanan 2015/6 genelge gereği, son günlerde meydana gelen terör olayları nedeniyle 30 ağustos Zafer Bayramı törenlerinin sadece çelenk koyma ve tebrikleri kabul şeklinde icra edileceği bildirildi.
Kutlamalarda yer alan, diğer şenlik, konser, eğlence ve kutlama faaliyetlerinin yapılmaması…”
Antalya’yı atlarsak olmaz. Bakın, oradan:
“Antalya'da düzenlenen 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarında şarkıcı Simge Sağın konser verdi. Binlerce Antalyalı, Türk bayraklarıyla meydanı doldurdu.” haberi gazetelerden. Yerel gazeteler iyice coşmuş bu haberi verirken: “Simge, Antalya’yı salladı!” Tamam sallasın da niye ulusal bir bayram gününde? Hem de öyle bir giyimle? Simge, neler mi okumuş, şarkılarının adlarını şöyle bir sayalım mı? Bayramla ilişkisini artık siz bulun!
“Aşkın olayım / Yanmışım tarifi yok / Bizden uzak olsun keder”
“Yakışıklı / Hiç kaygıya gerek yok/ Bi’ sar beni rahatla”
“Ben Bazen/ Üstüme üstüme geliyor hayat/ Yaptığı şakalar artık bayat”
*
Ağaç kesilirken neye yanarmış bilirsiniz, atasözlerimiz kulağa küpedir:
“ Ağaca balta vurmuşlar, sapı bedenimden, demiş.”
Ne verirsen onu alırsın: “Ne ekersen onu biçersin!”
Bayramlar için umut kaldı mı, eski bayramları yeniden yaşayabilecek miyiz?
Yoksa bitti mi? İstesek de istemesek de bayramlar bitti mi?
Tekerlemelerde, oyun bitiminde sayardık:
“Bitti, itti, gitti. İt iti itti, bit iti itti, it biti itti, it gitti, bit gitti, bitti”
“Bülbül güle gül dedi, gül gülmedi, gitti. Bülbül güle, gül bülbüle yar olmadı bitti.”
Feza Tiryaki, Eylül 2024