Anne rahmine düştüğümüz an başlar biz kız çocuklarının hikayesi.

Bazı kız çocukları, doğdukları ev sayesinde hayata bir adım önde başlarken, bazıları daha doğmadan kaybeder bu hayat denen savaşı.

Ellerinden oyuncakları, kalemleri alıp yerine bir nikah cüzdanı tutuştururlar ve ’Artık evlisin,’ derler. Hatta bazı kız çocukları, kalemi sadece o pembe kaplı cüzdana imza atarken tutabilmiştir; ne yazık ki…

Minik ellerine geçirilen bir yüzük ile artık çocuk değil, bir adamın karısı, bir kadının gelini olurlar.

Kısacık ömürlerinde eş, gelin, anne olmuşlardır ama doya doya çocuk olmalarına fırsat verilmemiştir.

Ellerinden zorla alınmıştır oyuncakları, hayalleri, umutları ve daha nicesi…

Geriye sadece, evlilik adı altında kapatıldığı yuva denen kafes kalmıştır ve o kafeste de küçük bedenine bakılmadan hor görülmüş, aşağılanmış, dayak yemiştir, annesinin kuzusu.

Ve zamanla kaybolan umutlarının gölgeleriyle hayatlarının minik ellerinden kayıp gidişine tanıklık ettiler, içleri yana yana.

Ne annesi vardı onu saracak, ne de babası vardı onu bu kafesten kurtaracak.

Ağlasa ne çare, yas tutsa ne çare?

Ama belki bir gün, çocukların uyurken dinlediği o masal gibi dünyaya uyanırsak, çocuklar çocuk olur, çiçeklerimiz solmazdı.

Umuyoruz ki, tıpkı İlk Türk kadın pilotumuz Sabiha Gökçen, ilk Türk kadın tiyatrocumuz Afife Jale, ilk Türk kadın bakanımız Türkan Akyol, ilk Türk kadın muhtarımız Meliha Manço, ilk Türk kadın doktorumuz Safiye Ali ve daha nicesi, hiç solmayan, yıllar geçmesine rağmen göğsümüzü bin bir duygu ile kabartan büyük ve asil kadınlarımız gibi, çiçeklerimiz de hiç solmamak üzere bu hayata kök salarlar.

Unutmayalım ki,bir çocuğun hayatını elinden almanın karşılığı ise nesiller boyu sürecek acıların tohumlarıdır.

Çocukların çocuk olduğunu ve sadece bir kez çocuk olduklarını her daim hatırlayalım. Ülkemizde ve dünyada hayattan koparılan oğullarımızın, kızlarımızın anısına.

 

Türkan AKSOY