İnsan fıtraten içine belli duygular yerleştirilerek yaratılır. Sevgi, ve merhamet bunların en başta gelenleridir. Doğduktan sonra da, ailesi ve içinde bulunduğu toplum tarafından insanı insan kılan değerlerle donanır. Din, iman, namus, vatan, bayrak, özgürlük gibi. Uğruna yaşadığı ve ölmeyi göze aldığı değerlerdir bunlar. Kendisine akıl nimeti verilerek eşref-i mahlukat olan insan, bu değerleri taşırsa bu şerefe ulaşır...
Evet, bu değerleri taşımak... Sadece taşımak mı? Elbette hayır. Aynı zamanda eyleme dönüştürmek, yani sosyal ve bireysel hayatında tezahür etmesi, insanı insan kılan yegane olgudur. Bir başka deyişle bütün bu değerler insanın mukaddesâtı, içinde inşâ edilmiş Kudüs'tür.
Kudüs demişken buraya bir parantez açarak belde olan Kudüs’ten bahsetmek istiyorum. Arapça kds kökünden gelir. Kutsallık, kudsiyet, kutsanmış şey veya yer, hârim anlamlarına gelir.
Aynı telaffuz ve anlamıyla Türkçe'ye geçmiştir.
Kudüs bizim için sadece Filistin'de bir şehir değildir. Müslümanlar için kutsal olan üç şehirden biridir. İslâm’ın ilk kıblesi ve İsra-Miraç hadisesinin basamağı Mescid-i Aksa buradadır. Peygamber’in (sav.) "Gidin ve içinde namaz kılın." dediği yerdir Mescid-i Aksa. Bu yüzdendir ki, müslümanlar için bir mukaddesâttır.
Süleyman Mâbedi'nin burada bulunmasından dolayı Yahu.diler, Nasıralı İsa'nın bu şehirde çarmıha gerildiği inancından dolayı da Hıristiyanlık için kutsal bir şehirdir. Bu öneminden dolayı tarihi süreçte sürekli savaşlar görmüştür. Geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında Avrupa'dan sürülen yerleşimci Yahu.diler tarafından işgal edilmiş, ve hâlen bu işgal devam etmektedir. Geçen süreç içinde bu işgal insafsızca, vicdansızca ve acımasızca devam etmiştir.
Ancak son günlerdeki durumu ise insanî duygulara sahip olan birinin tahammül sınırlarını zorlamakta. Sebep ne olursa olsun bu vahşeti görmezden gelmek, bu vahşete duyarsız kalmak ve hatta daha da ileri giderek bu vahşeti haklı görmek, ancak insanî vasıflardan soyutlanarak mümkün olabilir. Bu tavrın telaffuzu bile insanı ürpertirken, insanlık bu vahşeti seyre dalmış. Merhamet ölmüş, vicdanlar sağırlaşmış, insanı insan kılan mukaddesâtlar yerle bir olmuş. İçinde azıcık insanî kırıntılar kalmış olanlar, dünyanın gözü önünde gerçekleşen bu duruma anlam verememekte. İnsan insana bunu nasıl yapar sorusu kulakları çınlatıyor. Bu vahşete maruz kalan belde halkı, Filistinliler, yani Müslümanlar kardeşlerimiz; " Bizi ölüm öldürmüyor, bizi Müslümanların duyarsızlığı öldürüyor." diyorlar.
Bu söz kaynar su gibi dökülüyor biz Müslümanların üzerine. Hani Müslümanlar kardeşti... Hani Müslümanlar "bir vücudun âzaları gibiydi..." Hani dünyanın öbür ucunda bir mazlumun gözünden yaş aksa Müslümanın kalbi sızlardı... Şimdi oluk oluk kan akarken nasıl oluyor da dünyanın üçte birinden fazla olan Müslümanlar sessizce izliyor. İnanç yönünü bir kenara koyarsak, yazımın başında bahsettiğim her insanın fıtratında vâr olan değerler nereye gitti? İnsanın mukaddesâtı olan bu değerler... İçimizdeki Kudüs öldü mü?
İnsanın bireysel olarak elinden bir şey gelmeyebilir. Mazlumdan yana duruşu küçücük bir damla olabilir. Ancak nehirler de damlalardan oluşur. Ama hey hât! İnsanlığın çoğunun içindeki Kudüs ölmüş... Zülme sessiz kalmak şöyle dursun zalime arka çıkar olmuşlar...
Anladığım şu ki, insanın içindeki Kudüs yani mukaddesâtlar ölmüşse Kudüs yani yeryüzündeki kutsalları yaşayamaz.
O halde içinizdeki Kudüs'ü öldürmeyin! Ve çocuklarınızın içine o Kudüs'ü, insanı insan kılan mukaddesâtları inşâ etmeyi ihmâl etmeyin. Zira insanı şerefli kılan bu mukaddesâtların yüreğinde yeşermesidir. Yoksa Allah’ın (cc) ayetinde dediği gibi "esfelele sêfilin" olur insan...

Fatma SÜMER