Küçücük bir büfeden en karmaşık fabrikalara kadar üretim yapan her yer, işletmedir. Üretim yapan dedik. Bu mantıkla baktığımızda okullar, tarlalar, depolar, ekip ve ekipmanlar da işletmenin parçaları oluyor. Çünkü bir işletmenin depolaması sağlıklı değilse ya da araç yokluğundan hammadde ve ürün tedarikinde sıkıntı çekiliyorsa işletme sağlıklı üretim ve satış yapamaz.

Biz ulus olarak işletme kurmakta ve yaşatmakta pek usta sayılmayız. Ülkemizdeki en eski işletmenin Cumhuriyet ile yaşıt olması bunu gösterir. Eski işletmelerimiz de yurt içindeki azınlıkların kurduğu ithalata dayanan işletmelerdir. Bu durum bizdeki girişimci insan kıtlığından da kaynaklanır.

Girişimci insan kıtlığından. Çünkü Türkler ya asker, ya da çoban ve çiftçi. Ticarete ve üretime el atan pek yok.

Cumhuriyet birçok işletme kurdu. Şeker, tütün ve basma fabrikaları, madenleri işleyen, deri ve cam sanayi fabrikaları gibi fabrikalar. Bunlar yakın zamanlara kadar Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) adı altında üretim yaptılar. Bir süre sonra hükümetler buraları arpalık olarak kullandı. Burayı yandaş işçi ve memurlarla doldurdu. Partizan işçi ve memurlar buradaki yönetimin genlerini bozdu. Kârlılık bitti ve bütçe için karadelikler oluştu. Tabii sadece fabrikaların sağlığı bozuldu sanmayınız. Belediyeler, PTT, DSİ, Köy Hizmetleri gibi bütün kamu kurum ve kuruluşları da bu bozulmadan nasibini aldı. Yani elleri kalkındıran demokrasi bizde genetiğiyle oyanmış ürün gibi toplumsal yapıyı delik deşik etti.

1980 yılından sonra bir özelleştirme furyası başladı. Bu çerçevede Cumhuriyet döneminde insanımızın dişinden tırnağından arttırarak kurduğu fabrikalar yok pahasına özelleştirildi. Biz resmin bütününü göremediğimiz için her şey gül gülistan sanıyoruz. Ama son 60 yıldaki ekonomik bozulmaların kaynağı işletmelerin iyileştirilmesi yerine satılıp savılmasıdır. Sözgelimi biz 15 yaşlarındayken Silifke Taşucu’na bir kağıt fabrikası kuruldu. Oradaki insanlara iş alanı açıldı. Ta Antalya gibi yerden orman ürünleri buraya gidiyor, işleniyor ve katma değer yaratıyordu. Sonra ne olduysa oldu hükümetlerden biri bu fabrikayı özelleştirmeye karar verdi. Binlerce dönüm arazi, kapalı alan, iş makineleri… yok pahasına gitti. Özelleştirmeden satın alan şirket de bir üretim yaptı sanmayınız. Arazisinin üzerine yattı. Makineleri belki de hurda fiyatına sattı. Hiçbir şey yapmadan bugüne kadar geldi. Şeker fabrikaları için durum farklı oldu sanmayınız. Bunların hepsi de siyasi ayak oyunları ile ahbap çavuş ilişkileri ile ortaya çıktı.

2002 yılından sonra gelen AKP hükümeti bu israftan vazgeçti sanmayınız. Tank fabrikasının Katar’a devri, Şeker fabrikalarının yok pahasına özelleştirilmesi, madenlerin işletme hakkının devredilmesi bu furyanın devam ettiğini gösteriyor. Bu kadar mı? Değil elbette… YİD modeliyle çok büyük ölçekli projeler gerçekleştirildi. Marmaray, Avrasya tüneli, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Gazi Osman Paşa Köprüsü, Çanakkale Köprüsü, Yüksek Hızlı Tren, İstanbul İzmir Otoyolu, Çamlıca Camii, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Şehir Hastaneleri gibi birçok görkemli projeler. Bunlar prestij projeleri. Daha çook var. Yapılmalarına ve işletilmelerine bir dediğimiz yok. İtirazımız bunları yapanların uzun vadeli devlet desteğine de sahip olmaları. Devlet bu projeleri desteklemek adına yıllarca bütçeden para akıtıyor. Bu işletmelerin verimli çalışması için ekstradan çaba harcamalarına gerek de yok. Hem müşteri garantili hem de dolar bazında gelir garantili işletiyorlar. Yani vatandaş bunlara Deli Dumrul’un köprüsü gibi geçse de geçmese de, muayene olsa da olmasa da para ödüyor.

Daha karpuzun büyüğü geride. Hele bir de Kanalistanbul için kazma vurulsun. Siz o zaman seyredin gümbürtüyü…

Sonuçta bu bir tercih. Cumhuriyetin kurucu kadroları kapitülasyonlardan ve Osmanlı borçlarından çok çektikleri için borç etmemeye azami dikkat göstermişler. Ama 1950’den sonra “Borç yiğidin kamçısıdır” diyen iktidarlar gelmiş ülkenin yönetimine. Bazen de gösterişli projeler yapılmış. Milletin parası çarçur edilmiş.

Solcular Boğaz köprüsüne karşı çıkmıştı. Özal köprünün gelirlerini kırdırıp yeni yatırımlar yapmak istedi. Solcular ona da karşı çıktılar. Son 20-25 yılda küreselleşme adına neyimiz varsa sattık. Böyle böyle battık.

Bizim gibi ticari geçmişi uzun olmayan milletler işletme kurarken de onları elden çıkarırken de çok uyanık olmak zorunda. Çünkü işletme kurmak, o çarkı döndürmek yüzyıllar boyunca oluşmuş bir kültürel birikim. O birikimi edininceye kadar yoğurdu üfleyerek yemek zorundayız.

Tabii o zamana kadar devlet olarak boğazımıza kadar borca batmazsak. Çünkü “Borç yiğidin kamçısıdır” ama fazlası zarardır. Kamçı insanı öldürebilir.

Gavurda hile çok. Bugün kârlı gibi görünen bir satışlar insanın başına bela olabiliyor. Telekom özelleştirilirken karlı gibiydi. Bir de baktık ki Ofer bizi altalamış.

SOMSÖZ: İŞLETME, KAPATMAK İÇİN DEĞİL, İŞLETMEK İÇİN KURULUR