ZAMAN İSRAFI: 62 Yaşındayım. 85 yaşında olanlar da size zamanın ne kadar çabuk geçtiğini fark etmediklerini söyleyeceklerdir. Zamanın bereketlenmesi diye bir deyim vardır. Zaman herkese eşit verilmiş tek şeydir. Ama bazı insanlar onu hovardaca kullanır ve ömrün sonuna geldikleri zaman dizlerini döverler. Geriye dönüp baktığınız zaman keşke diye dövünmek istemiyorsanız zamanın değerini bileceksiniz. Atalar, “Boş durma, boşa çalış!” demişler. Peygamberimiz bir an bilimle uğraşmanın yıllarca süren ibadetten daha hayırlı olacağını söylemiştir. Tabii herkes bilimle uğraşamaz. Ama yaptığınız her iş, gördüğünüz her olay, tanıdığınız her kişi size yeni bir şeyler öğretecektir. “Tuttuğun ele ise öğrendiğin kendine!”sözü bize bunu anlatmak ister. 
Eskiden insan ömrü kısaydı. Ortalama 30-40 yıl. Günümüzde ise insanların en verimli çağının 60-80 yaşları arasında olduğu söyleniyor. Üniversitelerde yaşlılık bilimi (gerontoloji) kürsüleri kuruluyor. Gazetelerde “iyi yaşlanma” üzerine yazılar yazılıyor, kitaplar yayınlanıyor. Yani çocukların da gençlerin ve ileri yaştakilerin de zamanı nasıl değerlendirmeleri gerektiği konusu artık bir bilim konusu oldu.         
İnsanları tutumlu olmaya davet ediyoruz. Ama öte yandan israftan da bir türlü vazgeçmiyoruz. İtibardan taviz olmaz deyip tevazuyu bir tarafa bırakıyor, olabildiğince israfa yöneliyoruz.
 Başka ülkelerde beş çalışan bir emekliyi beslerken bizim ülkemizde beş çalışan iki emekliyi beslemektedir. Ülkemiz emekli cenneti olmuştur. Adam emekli olduktan sonra kırk yıl hiçbir iş yapmadan, hiçbir şey üretmeden geçiniyor. Günümüzde dul hanımlar 65 yaş üzerindekiler, bir engelliye bakanlar, bir engeli olanlar ömür boyu devlet kesesinden geçinmektedir. Göçmenler devletin sırtında büyük bir kamburdur. Hiçbir vergi vermeden devlet kesesinden çöplenmektedirler.  
 1 milyon öğretmen yılın yarısını çalışmadan geçirmektedir. Bunlar yetişmiş elemandır. Halk eğitiminde pekâlâ kullanılabilirler. 
 Çocuklarımız bir eğitim yılının ancak yarısında eğitim öğretim görmektedir. Bunları hayata hazırlamak için geri kalan zamanda da eğitimlerine devam etmeleri sağlandığı takdirde o zaman israfı önlenmiş olacaktır. Birkaç kaza oldu diye okul gezileri toptan yasaklandı. Okul müsamereleri neredeyse sıfır noktasına indirildi. 

İNSAN İSRAFI:
 Cihan denilen bir maktel-i âma yolum düştü,
Hükümet derler anda bir nice salhaneler gördüm. Ziya Paşa    

 Birkaç yıl önce bir Osmanlı Tarihi okumuştum. Şimdiye kadar okuduğum tarihlerden birçok farklı yanı vardı. Orada Osmanlı’nın fütuhat adına ne kadar çok cana kıydığını fark etmiştim. Hem gâvurlardan, hem Müslümanlardan, hem de Türklerden insanlar savaşlarda sinekler gibi kırılmıştı. Hepsi baba, eş, oğul… Tabii bunun yanında kadınlar ve çocuklar da dipten doruğa kadar yoksul, aç, korku içinde…
 Cumhuriyet döneminde bu kıyım bitti mi? Ne gezer? Tek parti döneminde siyasi muhalifler, yazarlar çizerler, çatlak ses çıkaranlar… Demokrat Parti döneminde gene muhalifler… 1970’li yıllarda okullardan atılanlar, kolu bacağı kopanlar, yaşamını yitirenler, hapiste çürüyenler, sürgüne gidenler… 28 Şubat’ta okullarda kıyıma uğrayan dindarlar… İki binli yıllarda önce Ergenekon ve Balyoz davaları ile sonra da 15 Temmuz kalkışması ile hayatı karartılanlar. 
 Biz bunları zikrederken, “Suç işleyen cezalandırılmasın!” demiyoruz. Ama önce hapiste uzun süre yatırılıp sonra da pardon denmesin istiyoruz. Onun için yasanın istediği gibi düşünce özgürlüğüne saygı gösterilsin, teröre sebep olmadıkça herkes düşüncelerini dile getirsin, toplum örgütlensin, dernek kursunlar.
 İnsan kıyımı dediğimiz şey sadece insanları hapse atarak, idam ederek olmaz. Onların düşüncelerini dile getirmelerini önleyerek,  kitaplarını toplatarak, polisiye tedbirlerle kulaklarını bükerek de olur. Sınıfta bırakıp okulu terk etmesine neden olarak da yapılır. Okulda haksız yere sopa çekilerek ya da disiplin cezası verilerek de yapılır. Okula sokmayarak ya da sokulmamasına göz yumularak da yapılır. Yeteneklerinin önünü şu ya da bu biçimde tıkayarak da yapılabilir. Bunlar 12 Eylül öncesinde ve sonrasında, 28 Şubatta, Balyoz ve Ergenekon davalarında, 15 Mart FETÖ olaylarında, Gezi Parkı olaylarında hep yapıldı. Günümüzde yapılmıyor sanıyorsanız aldanıyorsunuz. İnsanlara çalışabilecekleri iş alanları vermiyorsanız, doktorlara ve mühendislere çalışıp üretebilecekleri iklimi yaratmayıp dışarıya gitmelerine göz yumuyorsanız, onlara kıyım uyguluyorsunuz demektir. Ve biz devlet olarak geçmişte bunların hepsini yaptık. Gelecekte de yapmayacağımıza dair bir belirti yok.  Cumhurbaşkanımız bir ara “Korku aklın katilidir” demişti. Korku huzurun da, refahın da, serbest düşüncenin de katilidir. 

 SONUÇ
Atalar derler ki “İyi insan, Allah’a yakın insan olmak istiyorsan, az ye, az uyu, az konuş!” 
Bu bir üçlemedir. Yani özetin özetidir.
Az yiyerek gıdayı tasarruf etmiş oluyoruz. Hem başkalarına da gıda kalıyor, hem de biz çağın hastalığı olan obezitenin getirdiği belalardan uzak duruyoruz. 
Az uyuyarak zamanı bereketlendiriyoruz. Eşimize, işimize ve insanı değerli kılan öteki etkinliklere bolca zaman ayırabiliyoruz. 
Az konuşarak da insanları inciten, aralarını bozan kovu ve gıybetten, yalan sözden uzak duruyoruz. Bunca tasarruf bile insanın hem dünyasını hem de ahretini cennete çevirmeye yeter
Bunlara hem bireylerin, hem de en tepeden en alta kadar makam sahiplerinin dikkat etmesi gerekiyor. Üstelik bunlar insan olmanın, çağdaş olmanın ve dindar kişi olmanın da gereğidir.  SOMSÖZ: TUTUMLULUK EYİDÜR!