Yarış, kazanmak için diğerlerini yenmeye, geçmeye çalışmadır. En az iki kişiyle olur yarışlar. Gruplar, kurumlar da yarışır. Kendi kendinle de yarışırsın, daha iyiye, güzele ulaşmak için. Koşu, bir yarıştır. At yarışları yarışların en ünlüsü. Yüzme yarışı, araba yarışı, güzellik yarışması, bilimde, sanatta yarışma… Güzel yazı yazma yarışması… Birincilik yarışı, yetenek yarışı… Kötülükte yarış bile var.

Eski kuşaklar bilir “Evet – Hayır” yarışması en sevilen televizyon yarışmasıydı, seksenli yıllarda. Sorulan sorulara evet hayır demeyecektin. İlk gazinolarda başlatmış (1962) bu yarışmayı Erkan Yolaç. Sonra radyolarda sürdürmüş. Öyle sevilmişti ki bu yarışma, okullar arası yarışma olarak da yapıldı yıllarca. Perşembe Erkek Öğretmen Okuluyla, bizim okulumuz Samsun Kız İlk öğretmen okulu arasındaki bilgi yarışmasına böyle eğlenceli bir yarışmayı da eklemişlerdi. “Evet Hayır” yarışması. O yarışmada yarışmacı bile olmuştum, hiç unutmam. Sahnede çekilmiş siyah -beyaz resimlerim albümlerde durur. Toplantılarda, sınıflarda her yerde yarışılırdı. Okullar arası bilgi yarışmaları çok önemliydi. Bu tür yarışmalara aylar önceden hazırlanılırdı. “Münazara” derdik verilen konuyu tartışmaya. En iyi konuşan, duraksamadan anlatan birinci olurdu.

Günümüzdeyse yarışmalar televizyonlarda. Sanal dünyada. En küreselci, en algı yönlendirici, kitleleri oyalayıp uyutucu olanı da bunların “Survivor” adlısı. Uzak durulması gerekeni. En sevilen, en yararlı televizyon yarışması ne peki derseniz, kanımca bu, “Kelime Oyunu” yarışması olmalı.

Sözlük çalışması gibi bir yarışma. Anlamı söylenen sözü, deyimi, yarışmacı bilecek, takılırsa da istediği sesler yardımıyla bulacak. Bellek çalıştıran, dili sevdiren, öğreten, ödüllü bir yarışma.

Okullar arası yarışmalar sanırım yok artık. Günümüzün yarışması, duyduğumuz, bildiğimiz kadar bayramlarda birincileri, ödül alanları duyurulan, okullardaki resim – yazılı anlatım, eski adıyla “kompozisyon”, şiir yazma yarışmaları.

Bu tür yarışmaların sonuçları ulusal bayram törenlerinde, törenin sonunda duyuruluyor. Kazananlar tek tek adlarıyla meydana çağrılıyor, ödülleri üst düzey yetkililerce, sırayla veriliyor.

Bayramın bu bölümünde çoğunlukla halk dağılıyor, bir karmaşa içerisinde kimin ne dediği ne aldığı belli olmayan bir ödül verme durumu yaşanıyor.
Bunu neden yaparlar, çocuklar okullarında ödüllerini alsalar, yazdıkları çizdikleri okul arkadaşlarına sergilense, gösterilse, yazdıkları basılıp dağıtılsa, olmadı, kentin sokaklarına reklam panolarına bir süreliğine asılsa, belediye salonlarına, duraklara asılsa ödüllü eserlerin kopyaları diye içimden geçirirdim, her defasında gördüğüm bu kargaşaya üzülürdüm…

Bir de merak ederdim acaba çocuklar ne yazdılar da, yazıları ödüllendirildi. Nasıl resimler çizdiler de, dereceye girdiler, bir görebilseydim, derdim…

Bu son bayramda istediğim oldu.

Törenin sonunda yine aynı karışıklıkta, ödül alanlara ödülleri verildi, kazananlar tek tek ortaya çağrıldı. Törenden sonra törenin programını istedik görevli öğretmenden. Bayramı anlatırken yanlışlık yapmayalım diye. Programın sonuna bir baktım, tanıdığım bir kız öğrencinin adı yazıyor, “kompozisyon” dalında ödül almış: Habibe Nur Karaçöl. Demre Anadolu Lisesi’nden Gizem Korucu ikinci, Demre Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencisi Meryem Öncül de üçüncü imiş yazı yazmada, yazılı anlatımda. Nur Karaçöl, Özel Ekol Anadolu Lisesi öğrencisi. Kaç yıldır tanıdığım, yazmaya, okumaya meraklı bir genç kız. Kitap kurdu dediğimiz çocuklardan. Masallara meraklı, öykü yazıyor, okuduklarını eleştiriyor, düşündüklerini anlatıyor.

Hemen yazdığı yazıyı istedik liseli kızımızdan. Düzenlemesini yaptım. İşte o yazı:

ARMAĞAN

19 Mayıs 1919 günü Samsun’da güneş, Mahmut Ekrem Bey’in “Hoş geldiniz” paşam sözüyle doğdu. Bandırmadan, kararlı ve bir o kadar da dik duruşlu bir paşa toprağa ayakbastı. İşte o sabah, kurtuluş ve bağımsızlık savaşı fiili olarak başladı.

Yaklaşık üç buçuk yıl boyunca Anadolu topraklarını kanlarıyla sulayan nice canlar vatanın bağımsızlığı uğruna şehadet şerbetinden kana kana içtiler.
Zira bu milletin damarlarında özgürlük için akan kan esir yaşamasına müsaade etmezdi. İşte tam bu yüzden Ata; “Eğer bu millet esir yaşayacaksa ölsün daha iyi!” sözüyle Türk ulusunun bağımsızlığını her şeyden çok önemsediğini belirtmiştir. Bu gün, Türk ulusu adına bağımsızlık ateşini yaktı. Sonra bu ateş dört bir yana yayıldı.

Atatürk Türk halkını etrafa toplamış; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözüyle de özgürlük yolunda önderlik etmiştir. 19 Mayıs’ı daha sonraları kendi doğum günü olarak benimsemiştir. Böylesine değerli bir günü, ancak Türk Cumhuriyetini omuzlarında yükseltecek Türk gencine armağan edebilirdi:

“ Biz her şeyi gençliğe bırakacağız. O gençlik ki hiçbir şeyi unutmayacaktır; geleceğin ışık saçan çiçekleri onlardır. Bütün ümidim gençliktedir!” demiştir.

“Siz, almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir özgürlüğünün en değerli simgesi olacaksınız.” Sözüyle de gençleri, insanlığın en kıymetli unsuru olarak görmüştür.

19 Mayıs 1919’u Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutluyoruz.

Ata’nın her doğum gününde biz gençler, bu destanı unutmamaya söz veriyor, bu vatanı her türlü taşkınlık ve düşmanlıktan uzak tutmaya ve bu kutsal emaneti canımız pahasına korumaya ant içiyoruz.

“Ne Mutlu Türk’üm Diyene!”

Habibe Nur Karaçöl
*
Habibe Nur’un bu yazısı gençliğe örnek olsun.

"Milletin bağrından temiz bir kuşak yetişiyor. Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkamda kalmayacak!" sözünü yüce Önderimiz bu gençler için söylemiş. Geleceği görmüş. O halde:

“Gençliğe güvenelim, umudumuzu hiç yitirmeyelim!”

Eski ders kitaplarımızda (doksanlı yıllar) şöyle yazardı:

“Türk milli eğitimi, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen vatandaşlar yetiştirmeyi amaçlar.”

Feza Tiryaki, 6 Haziran 2023