(Akıllı iki kere aldanmaz!)

Çağımız teknoloji çağı ya, bilimden şaşmayan kazanıyor ya, bu nedenle olmalı; küresel çete ve elemanları acayip bilimsel çalışıyorlar. Diyeceklerini doğrudan demiyor, görsellerle dedirtiyorlar. Algıya saldırıyorlar…

Yakaladıkları avı bir güzel işleyip, özünü değiştirerek, göz boyayarak, teknik ne gerektiriyorsa onu yaparak…

Bu işte en çok kullanılan araç televizyon dizileri. Sonra tartışma izlenceleri… Filmler, kitaplar, tiyatrolar da arkadan geliyor işi tamamlamaya… Haberlerde de öyle. İstenilen haber en başta, bir sürü kişinin kaleminde, dilinde; istenilmeyen, unutulsun denilense hemen çöpte, üstü kapatılmış. Kimi haber temcit pilavı gibi herkesin kaşığında, kimi haberi, önce bir duy, sonra ara bul…

Anketler yapılıyor, dört adayı var seçimin, anketler üç aday üzerine, biri (Sinan Oğan), görmezden, bilmezden geliniyor.

Düzmece, sıradan bir resim çekmişler, iş yerinin (lokantanın) yöneticisinin yerleri halı döşeli çalışma odasında. (İşyerine halı döşendiğini hiç duymadık ama burası öyleymiş.) Bu resim bir anda Kuzey Irak’taki petrol kaçakçılığı nedeniyle ülkemize uluslararası bir mahkemeden verilen para cezasının üstünü örtüyor. Artık, iktidarı temelinden sarsacak bu skandaldan söz edeni mumla ara, herkes aynı safta… Halıda üç hanımla resim çektiren, “Hepimiz Ermeniyizci” İstanbul il başkanını, bölücülerle yakınlığı bilinen Canan hanımı resim karesine alan parti başına, bu nedenle değil, dini siyasette kullanmaya, görkemli, siyasi amaçlı iftar sofraları akımına katıldığı için de değil, ayakkabıyla nereye bastın, seccadeye niye bastın diye hesap sorulmasına kızılıyor. Sonra bakıyoruz, herkes ama herkes kendini onca uyarıya karşın aday ilan eden muhalefetin başını korumak için konuşuyor, bu kişi ise zaten anında özür diliyor. Nedir ne değildir diye durumu değerlendirmeden ortaya özürle atlıyor. Veya bunu bilerek yapıyor. Pişmiş aşa su katılıyor. Gündemin değiştirilmesine gönülden razıymışlar meğer.

Herkes, durumdan vazife çıkarıp, yok o bir küçük halıdır, basılsa ne olacak, şudur budur, ama özür de diledi, “falan filan feşmekan / fili yuttu bir yılan…” derken, bu işe karışmayanın hatırı kalıyor.

Bir de kişiye özel “Bay” durumu var.

Bay ve bayan sözü Türkçede tutunamayan, benimsenmeyen iki söz. Mektuplarda ad soyadı yazılırken kullanılırdı bir zamanlar. Sonra yerini sayın hitabına bıraktı bay ve bayan sözü. Kadına da, erkeğe de sayın dedik. Türkçede, sözcüklerimizde erkeklik dişilik ayrımı yoktur. Örneğin, öğretmen kadın da olsa erkek de olsa adı öğretmendir. (Bu tür ayrım, Arapçada, yabancı dillerde var.) Bu iki söz de yalnızca alay amaçlı kullanıldı uzun yıllar, otobüslerdeki “bayyan yeri” gibi… Bir de tuvaletlerin kapısına yazı oldu. “Bay WC, Bayan WC” diye yazıldı kapılarına genel tuvaletlerin. Sonra günümüzde, yakın zamanda, anlaşılmaz bir şekilde muhalefetin başına söylendi bu söz. Hatta bazen iki kez yinelenerek İngilizcedeki Allahaısmarladık, hoşça kal, güle güle anlamında kullanılan bye - bye sözünün yerine, bu şahsa karşı kullanıldı.

“Bay bay Kemal” dendi.

İtiraz edileceğine, yer yerinden oynatılacağına, karşılık verileceğine, tam tersi bir tepki verildi. Benimsendi, içselleştirildi alay amaçlı söylenen “bay” sözü… Başka kimseye karşı da kullanılmadı.

“Ey çeteler siz hâlâ anlamadınız, Bay Kemal sözünden dönmez.” Yazılı duyurusu, KK hesabından yapılan duyuru, sosyal iletişimde on bir saat önce yayınlanmış.

“Bay Kemal sıradan bir Kemal değildir.” demişti geçenlerde kendi kendine.

Büyük büyük kitapları bir yana koyalım. En sıradan, en basit bir yayından yola çıkarsak:

1987 tarihli Kumbara Dergisi’nde, “Atatürk kalplerimizde yaşıyor” başlıklı Atatürk yazısında yüce önderimizin okul yaşamı, Kemal adı şöyle anlatılıyor:

… Bu nedenle bir süre öğrenimine ara veren Mustafa, 1893’te Selanik Askeri Rüştiyesi’ne başladı. Burada Matematik öğretmeni, çok başarılı bir öğrenci olduğu için Mustafa’ya, olgun, eksiksiz anlamına gelen “Kemal” adını verdi. 1896’da Mustafa Kemal, Manastır Askeri Lisesi’ne girdi…”

Yüce Önderimize takılan eksiksiz, olgun anlamındaki Kemal adını bile koruyamadık. Algı yönlendirme yoluyla gözden düşürttük…

Yine bu hafta, TRT’de Atatürk’ü anlatırlarken, 10 Kasım’dan söz ederlerken, Atatürk için şu saatte…“beyin ölümü gerçekleşti.” dediler. Siz hiç böyle bir anlatımı daha önceleri duymuş muydunuz? Yakıştırmaya, benzetmeye, algıya saldırıya bakınız!

Gündemin en uyandırıcı en şaşırtıcı haberi de bu:

“DSP Genel Başkanı Önder Aksakal: Erdoğan’ı destekleyeceğiz. Seçime AK Parti listesinden giriyoruz.”

DSP neyin nesi mi? Bir eskileri anımsayıverin. CHP’yi bırakan Ecevit. Yerine kurdukları parti, Demokratik Sol Parti. Bu partinin genel başkanı kimliğiyle başbakan olan Ecevit! 28 Mayıs 1999’da kurulan, 18 Kasım 2002 tarihine kadar görevde olan Bahçelili Ecevit hükümeti.

Nereden nereye? Kim neyle, kim kiminle?

Bu tür dönüşü ilk kez, TİP’ten (Türkiye İşçi Partisi) ANAP’a geçenlerde görmüştük. 1961’de kurulan, 1965’te meclise 15 milletvekili sokan Sovyetçi TİPlilerin ünlü vekili gazeteci Çetin Altan da yıllar sonra, bir anda Özalcı oluvermişti.

Atatürk Cumhuriyeti karşıtlığı, uzun yıllardan beri bizde hep görmezden gelinir. Sovyet’in peyki (uydusu) bir ülke olmamızı isteyenlere, büyük şair, büyük yazar denilerek daha kırklı yıllardan başlanarak kucak açılır, bölücüler hep desteklenirse, terör örgütünün yaptıkları yanına kâr kalırsa, bölünebilmek için dil yaratmak adına, birbirini anlamayan çeşit çeşit ağızlara dil denmeye kalkışılırsa, olmayan şey, dilmiş gibi dayatılırsa, buna susulur, kendimize gelemezsek… Tarikatlara göz yumulursa… İşte şu anki durumumuz ortaya çıkar…

“Söyle bakalım Keloğlan, incili kaftan mı istiyorsun, boncuklu kaftan mı? Seç birinden birini: Kırk katır mı kırk satır mı?” derler insana.

Bir yerlerde bekleyen Sinan Oğan mı? Bak, onun da çarşaf çarşaf “Vamık”la resmi çıktı. Bilmez mi Vamık’ın casus olduğunu, bölücü yayılmacılığa çalıştığını söyleyenlere ne demeli? Bir yerde aynı karede resim vermişlermiş… Söyleminde bölücülük yok, genç, güzel konuyor, bilgece duruşu var, “Türk Milliyetçileri ve Atatürkçüler olarak diye söze başlıyor, oy istiyor. Ata İttifakı kendini destekleyenlerin adı. Sonra, “Nereden çıktı bu kişi, pişmiş aşa su katılmamalı. İki yanı da birbirinin aynısı bir değnekle, aynı yola çıkacaktık, oldu mu şimdi?” demezler mi particiler? Particilikten umar bekleyenler? Aman bunlar bir gitsin de sonrası düşünülür diyenler…

Bu masa ayaklarının her biri (dördü), listede kendilerine yer istemiş. Halkın sevdiği, adlarına sanatçı denilenler de vekil olacaklarmış bölücüler adına…

Aylardır süren altılı masa toplantıları, ne güzel, vatan millet için çalışılıyor diye algılanmıştı. Hiç mi akla gelmez bunun bir pazarlık işi olduğu, amacın, vekil çıkarmak olduğu?

Küçücük boylarıyla, aynı duruşlarıyla bu particikler meclise girmeye niyetliler. Kendi çıkarlarının, ideolojik çıkarlarının arkasında oldukları, hiçbirinin ulusalcı olmadığı bilinmiyor mu?

Ünlü denilen şarkıcı, oyuncu tayfası da, nedense bölücülere yakın duran, tescilli Atatürk Cumhuriyeti karşıtlarından seçilme.

Atatürk - Cumhuriyet karşıtları, milletvekili listelerinde yer bulmuşlar, seçilirlerse mecliste Cumhuriyetin kuruluş ayarlarına karşıt olan bayağı bir vekil sayısı oluşacakmış. İş, indir parmak kaldır parmakla tatlı tatlı (!) çözülecekmiş…

Biz şu kadarcık can sıkmayalım. Bakınız şeriat tehlikesi kapıya dayanmışken, “kuran öğreticileri” öğretmen olarak atansınlar kampanyası hız kazanmışken, laiklik kâğıt üzerinde kalmışken, pahalılık bel bükerken, sığınmacı sorunu, yabancıya mülk - toprak satışı, parayla vatandaşlık işi çözülemezken, sakın ha sakın, bunları dert etmeyiniz. Oturup bu günler için özel hazırlanan, algı yönlendiren televizyon dizilerini izleyiniz…

Neredeyse tüm diziler köşklerde, konaklarda, saray gibi evlerde geçiyor… Bak onlara oyalan, oralarda sen oturuyormuşsun gibi keyiflen. Kadınlar kızlar dizilerde bir karış etekliler, Avrupa’da yok öylesine açık saçık, böylesine kısacık giyinen… Şeriat falan gelmemiş işte, korkmayın. Kadınlar, gece kıyafeti benzeri sırtının göğsünün yarısı açık giysilerle, sokaklarda geziniyorlar. Dizilerde kimsenin bir geçim kaygısı yok. Ekmek elden su gölden. Her evde hizmetçiler. “Hazır ol da” bekliyorlar yemek yiyen efendilerini… Türk tarihinde hiç olmayan bir dönemi anlatıyorlar bu çağda. İnsanın insana parayla yaptırdığı köleliği. Azarlayarak hizmet ettirme, dışlanma, aşağılanma… Ağalık alkışlanıyor. Arabalar o biçim… Binalar, eşyalar, mobilyalar o biçim… Herkesin elinde akıllı cep. Kadın kız davalarıyla dertleniyor, aldatmacalarla avunuyorlar… Vatan millet gibi bir değerleri, yurdunu korumak gibi bir görevleri yok. Herkes birbirinin arkasından iş çeviriyor. İkinci eş modası almış başını gitmiş. Onu seviyor, ötekini de seviyor. Kadın bir anda başkasının yatak odasında, adam çocuklu, başkasında gözü. Ak saçlı babaların da aklı "çıtırlarda". Bunu itiraf ettiklerinde de anlayışla karşılıyor kızlar babalarını. Analar babalar kötü, kötünün kötüsü… Saldırın değerlere… Herkes buralarda derdini Marko paşaya, pardon terapicilere parayla anlatıyor. Öyle modern bir dönemdeyiz yani… Ne geçim sıkıntısı dert, ne işsizlik, ne parasızlık… Unutun bunları. Arkanıza yaslanın, size gösterilenleri izleyin, anlatılanları dinleyin! Denilenleri yapın! Depremden sonra kaç milyon insan çadırdaymış, boş verin siz, konaklara odaklanın… Bahçeli evlere, havuzlu villalara, yalılara…

Çok yakında bahar bitecek, yaz gelecek
Arpa buğday yetişecek.
Eski bağın gülleri bülbülleri,
Artistleri, şarkıcıları vekil olacak,

Bu gidişe karşı çıkılmazsa, tavır konmazsa…


Hep birlikte bizlere saydıracaklar:

“Çın çınlı hamam kubbesi tamam /Dağılın artık işimiz tamam.”

Feza Tiryaki, 8 Nisan 2023