İlber Ortaylı 1947 doğumlu bir entelektüel. Onun Cumhuriyet’in 100 yılı ile ilgili yaptığı değerlendirmeler önemli. Yaptığı değerlendirmelerin önemlice bir kısmına katılıyorum.

Cumhuriyet tarihi ile ilgili cühela takımının ve yandaşların, muhaliflerin farklı değerlendirmeleri var. Bunların hiçbirisi makbul değil. Ortaylı’nın çok geniş bir perspektifi var. Tabii bizden büyük, birçok yabancı dil biliyor, kaynaklara birinci elden ulaşabiliyor. Ayrıca yaşanmışları da çok. Tarihi sorgularken ve değerlendirirken sadece okumaya değil, gözlemlerine ve deneyimlerine de dayanıyor. Sonuçta sadece okumuyor, toplantı ve tartışmalara da katılıyor. Dünyanın farklı yerlerinde dolaşıyor. Anlatırken de bazen manifesto gibi sözler söylüyor. Bunlardan biri de, “Tarihin yakasına yapışarak hesaplaşmak çıkar yol değildir” sözü.

Şu sözü ise tarihteki bazı bilgi ve bulguları aktarmanın ötesinde kurucuları anlamaya çalışması olarak anlıyorum. Sonuçta yönetim bir kahramanlık değil, eldeki malzemeyi iyi değerlendirmekten ibaret bir sanattır. “Cumhuriyetin ekonomisi iyi değil ve hatta hizmet yeteneği eskisinden farklıydı. En kötüsü de kadroları yoktu. Trablusgarp, Balkanlar ve Cihan Harbi yani yaklaşık 10 senedir devam eden savaşlar ülkeyi bitirmiş, işçi, uzman, mühendis, hekim bulunamıyor.” Birçoğunun yaptığı gibi suçlayıcı bir dil kullanmıyor hoca. Bazılarının yaptığı gibi de kahramanlaştırıp yanlışlarını görmezden gelmiyor. Yanlışa yanlış demek sadece tarihçinin değil, herkesin görevi olmalıdır.

Hepimiz İnönü’nün, Menderes’in, Demirel ve Ecevit’in başarılı olmasını ve ülkemizi her yönden kalkınmış bir ülke yapmasını isterdik. Ama çoğumuz ne siyasete atılıp toplumun önüne düşüyor, ne de siyasetçileri beğeniyor.

Ortaylı’nın bir başka güçlü yanı da tarihi olayları yorumlarken kendi birikim ve deneyimlerinden örnek vermesi yani tümden kitabi olmaması. Şu sözler onun: “Bizim zamanımızda bile iş adamları kazandıkları parayla ev alır, döşer ve eğlenceye gider, yani yatırım yapmazlardı. Tüketim odaklı yani teşebbüsün olmadığı bir toplum.” Bundan ben şunu çıkarıyorum: Tarih okurken ya da olayları değerlendirirken sadece okuduklarımızı değil yaşadıklarımızı da göz önünde tutalım. Aksi halde başkaları bizi iğfal edebilir. Bir süre sonra “sahibinin sesi” olabiliriz.

Ortaylı’nın Cumhuriyetimizin 100 yılı ile ilgili özgün değerlendirmeleri var. Cumhuriyeti 100 yılında siyasilerin değil, bilim adamlarının gözünden değerlendirmekte büyük yarar var.

Ortaylı, “Milliyetçilik zor bir şeydir, sanıldığı gibi öyle kasabalı hayatıyla elde edilecek bir dünya görüşü ve ideoloji değildir. Geniş bir gözlem, tecrübe olacak…” diyor (Sayfa 185). Ortaylı hoca bugün siyasilerce tartışılan ve birçok sıradan vatandaşımızın da dosdoğru kabul ettiği yanlış bilgilere neşter atıyor. Ben bilim misyonunun sokaktaki insanların düşüncelerini değiştirmesini ve onlara aklın yolunu göstermesini bekliyorum. Hocaların, siyasetçilerin ve yarı aydınların gerçeği bazen ters yüz etkilerini bazen de bulanık gösterdiklerini düşünüyorum.

Elbette 100. Yıldan sonra bu tartışmalara daha çok tanık olacağız. Gittikçe ivme kazanan aydınlanma döneminde Cumhuriyeti kuranların ve emeği geçenlerin daha sağlıklı değerlendirmelere muhatap olacaklarını umuyoruz. Bunun da yolu o dönemleri kulaktan dolma bilgilerle değil (tarihçi, sosyolog, ilahiyatçı, hukukçu…) bilim adamlarının aynasından görmektir.

SOMSÖZ: ÖNCE BİLİM!

*İlber Ortaylı-İsmail Küçükkaya, Cumhuriyetin İlk Yüzyılı, 1923-2023 Timaş Yayınları, Ekim 2012