Ta, Cumhuriyetimizin altın yıllarında başlamış bölücülük, Cumhuriyet karşıtlığı… Yüce önderimiz yaşarken, kanla irfanla kurulan kutlu Türk devletinin başındayken…

O günkü “Solculuk” adına (Rus’un yeni rejimi adına) Cumhuriyet yerilmiş, Atatürk ilkelerine tam sarılınmamış, devrim karşıtlarıyla aynı yolda yürünmüş, aydınların büyük bir kısmı Atatürk cumhuriyetine bilerek isteyerek sahip çıkmamış, oradan oraya savrulmuşlar, sonraları da moda edilen, dış güdümlü “K.rtçülük” adına Cumhuriyete yapmadıklarını bırakmamışlar. Etmedikleri iftira kalmamış.“K.rtçe” adını verdikleri şeyin zoraki bir uydurmaca olduğunu, birbirini anlamayan onlarca yerel ağza ortak bir dil yaratma adına K.rtçe dediklerini, bu ağzın alfabesini bile İngiliz’in uydurduğunu bile bile gerçeği saklamışlar.

Birlik olsaydı, o altın yıllarda aydınlarımız tek ses olaydı, dış güçlerin etkisine girmeselerdi, çekiç aynı yere vurulsaydı, Kurtuluş Savaşı’na katılmayan, aynı yıllarda Rusya’da komünistlik öğrenen, Sovyet yönetimince kendileri için yetiştirilen, Sovyetlerin çıkarları için o yaşta bir anda dünya şairi ilan ediliveren Nazım’a nasıl hâlâ vatan şairi, büyük şair denirdi ki? Bu kişi vatan için hangi şiiri yazdı? Hapisten kurtulmak için yazdığı Kurtuluş Savaşı’nı anlatan şiirinde Atatürk’ün adını vermeden, o diyerek anlattığı bir iki dizelik söz vardır o kadar. “Bıraksalar o, Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacakmış…”

Atatürk ilkeleri, Cumhuriyetin ilkeleri şiirlerinde hiç savunulmamıştır. Tam tersine Atatürk’e küfürlü dizeleri vardır, bunu herkes bilir bilmesine de, bilmezden gelinilir nedense… Memleketimden İnsan Manzaraları konulu şiirleri ibretliktir. Kötü niyetlidir! "Kambur Kerem” şiiri tam bir taşlamadır Cumhuriyete.

Bizdeki Cumhuriyet dönemi yazarlarının büyük bölümü bölücüdür, Atatürk Cumhuriyeti karşıtıdır o nedenle ünlü edilmişlerdir. Yılmaz Güney “K.rdistancı” olmasaydı büyük sinemacı sayılır mıydı, Fransa’dan ödül alır mıydı, orada korunup kollanır mıydı? Yaşar Kemal öyle, İnce Mehmet’le eşkıyayı yüceltip askeri aşağılatmıştır topluma, üstelik bu kitabından dış destekle Nobel bile beklenmiştir. Sabahattin Ali öyle. O Cumhuriyet, ulusalcılık karşıtı sözlerle dolu, ulus devleti benimsetmeyen, yabancı kültüre, kadına öykünen, Türk anasını ise aşağılayan Kürk Mantolu Madonna’sı neden şu an hâlâ gündemde? Hem de bu 19 Mayıs’ta yeniden sahnelendi! Orhan Kemal, kuyruk acılı, babası Kemali Bey 150’liliklerden, oğlu da öcünü kitaplarla almış Cumhuriyetten. Atatürk Cumhuriyetine gizli düşmanlığını yedirmiş okuruna. Kemal Tahir, “Yorgun Savaşçı” ile yapacağını yapmış… “Ruh Adam”, yine o devrin “Türkçü” diye anılan bir ünlüsünün kitabı, okuyun bakın, kitap baştan sona Atatürk ve Atatürk Cumhuriyeti karşıtlığı, yergisi ile doludur… Padişah sevgisi ise tavan yapar. Öyle ki, yazarı, Atatürk’ü, Türk tarihinde Türk Ordusu’nun temsilcisi bile saymaz.

Sonra bizde hangi film, kitap ve bunun gibi diğer eserler ödül aldıysa Batı’dan, hepsi bölücü konuludur. Ödül alan bölücüdür, ulus devleti yermezsen, bölücülük etmezsen kimse sana ödül mödül vermez.

Bunun en bilinen örneği O. Pamuk’un Nobel edebiyat ödülüdür. “Otuz bin “Kürt”ü ve bir milyon Ermeni’yi öldürdük. Türkiye’de hiç kimse bunu dile getirmeye cesaret edemiyor. Ben ediyorum.” dediği için verilen. Kitapları okunmayan, Türkçesi güzel olmayan, dili bozuk birine verildi üstelik bu ödül.

Dün gece haberlere yine böyle bir ödül haberi düştü. Fransa’nın ünlü film şenliğinde (Cannes)bir Türk oyuncu ödül almış: Merve Dizdar. Bu oyuncu hiç tanımadığım biri, baktım, sıradan bir yüzü var, güzel değil. Sanatı güzel olmalı dedim, yüzünü, halini, ürkütücü bakışlarını görünce. Bir de haberde Nuri Bilge Ceylan adı dikkat çekiyordu, hani Yılmaz Güney’e öykünen, aynı yerden ödül alırken onun gibi poz veren yönetmen.

Bir numaralı “çirkin” bölücümüz, ulus devletimizin düşmanı, bunu filmleriyle, senaryolarıyla, konuşmalarıyla ortaya döken tescilli bölücü, aynı zamanda da yargıç katili olan, bu nedenle hapis cezası alan, örgütlü şekilde hapisten kaçırılarak Fransa’ya getirilen, orada kucaklanan Yılmaz Güney, aynı yerden 1982 yılında aynı ödülü almış. Sağ elini yumruk yaparak kameralara ödülüyle poz vermişti. “Yol” adlı bölücü, çirkin mi çirkin filmiyle… 2014 yılında da “Kış Uykusu” filmi orada ödül alan ikinci Türk filmiydi. Aynı yönetmen, o yıllarda hiç utanıp sıkılmadan, ülkemde bana ne derler, oraya nasıl dönerim, aydınımızın, halkımın yüzüne nasıl bakarım demeden Yılmaz Güneyle aynı pozu vermiş “al gülüm ver gülüm” ödül töreninde. “Körler sağırlar birbirini ağırlar” örneği… Fransa, bölücülerimizi destekleme fırsatını hiç kaçırmaz, yayılmacıların planlarıysa en az yüz yıllıktır, hedeflerinden de hiç sapmazlar, yapacaklarından milim vaz geçmezler! Kurtuluş Savaşıyla, asker sivil tüm halkımızla, atalarımızın canı kanı pahasına yüce önderimizin önderliğinde kurduğumuz ulus devletimiz, devrimlerimiz, koruduğumuz topraklarımız hep hedeflerindedir, yutacaklarını sandıkları, paylaşacakları“kolay lokmanın” yani yurdumuzun, “Türk topraklarının” Atatürk sayesinde ellerinden kaçmasını yüz yıl sonra bile içlerine sindirememişlerdir.

Yayılmacıların hiçbir eyleminde rastlantıya yer yoktur. “Durup dururken eniştemiz bizi neden öptü acaba?” diye bir düşünmeli mi, ne dersiniz…

Gün o gün! Bölücülerin, Cumhuriyet karşıtlarının Anayasa’yı değiştirebilecek, ulus devleti yıkacak çoğunlukla, kendi ellerimizle meclise sokuldukları günler… Görünüş böyle. İlk seçimden tam iki hafta sonra, bu durum belliyken bölücülüğe verilen ödül.

Yeni solcularımız, bağışlayın, uslanmayan eski bölücülerimiz yeniden tüm gayretleriyle bölücülüğü işliyorlar, bölücülüğe çalışıyorlar.
“Babala Babala” denilerek ünlü edilen o garip, memleket kurtaran aslan havasındaki televizyon kanalının “emekli subay oğlu” ne demişti seçimlerden önce kanalında bölücüleri konuştururken: “K.rdistan yüzlerce yıldır K.rdistan olarak geçmiştir, bu bilgidir.”

Kimse de çıkıp bu söze “yok ya, sahi mi?” demedi, tam tersine, ünlü edilmiş ya vatandaş, ünlüye boyun eğilir, karşı çıkılmaz, aman ha…”havası yayıldı. Seni kim tutar sunuculukta, “Yürü ya kulum!” dendi.

“K.rdistan bir coğrafyadır, vardır…” Bu sözü, o büyük yardım toplayıcı, ünlü popçu Haluk Levent” demişti 2019’da. Hani o Gençliğe Hitabe’deki “Ey Türk Gençliği sözünü ve hitabede geçen diğer Türk sözlerini açık açık, çekinmeden,“Türkiye”ye çeviren, Türk’ü kaldıran, bölücülük adına “Ey Türkiye Gençliği!” diyebilen.

Yurdumuzda ulus devleti savunan siyasetçiyi arada bulasın. Atatürkçü diye tanınanların, aydının – yazarın, liderin… neredeyse hepsi döndü… “Ceviz Kabuğu” bunun son örneği. Ecevit’in kurduğu, ufala ufala küçücük kalan partinin başı bile döndü. Meydan boş gözüküyor…

Bu aynı yerden yenice ödüllü N. Bilge Ceylan filmi Temmuz’da seyire girecekmiş. Konusunu köşelerinde bu konuyu anlatanlardan öğrendik. Ortak sözleri yeni moda edilen, ”Bu coğrafya…” sözü. Doğumuz, güneydoğumuzun adı bölücü dilinde, artık, "bu coğrafya.”

Nuri B. Ceylan’ın 2014’te Fransa’da ödül alan ilk filmi için anlatılanlardan: “Bir aydının yaşadığı coğrafya ile olan kavgasının ve özel yaşamındaki hesaplaşmalarının öyküsü.”

Bu son filminin “Kuru Otlar Üstündeki”nin tanıtımından:

“Samet (filmdeki erkek başrol) sürekli kavga ettiği coğrafyaya dair çektiği güzel fotoğrafları montajlarken o fotoğraflardaki insanlarla kurduğu ilişkinin karmaşıklığını hissediyoruz. Ve kendini üzerine basılan adsız, kuru otlar gibi hissetse de sevme ve sevilme arzusunu yitirmiş değil henüz. Filmin kristalinde yatan cümle “Umut etmenin yorgunluğu” olabilir. Ait olduğu topluma, yokluk içindeki çocuklara bir şey katmak isteyip de idealleri törpülenmiş öğretmenden, inandıkları dava uğruna inatla mücadele edenlere veya bu mücadeleden vazgeçenlere kadar herkese ait bu yorgunluk.”

Önceki gün ödül haberi şöyle verilmişti:

“76. Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü Merve Dizdar'ın
Bu yıl 76. kez düzenlenen Cannes Film Festivali’nde ödüller sahiplerini buluyor. En İyi Kadın Oyuncu Ödülü "Kuru Otlar Üstüne"deki performansıyla Merve Dizdar'a verildi.”

Filmin konusunu Evrensel gazetesinde de (“sol” adına bölücülük eden, ülkemize has bir günlük gazete) anlatıyorlar:

“Samet, ilçede kendi gibi resim öğretmenliği yapan ve siyasi bir olay sonucu bir bacağını kaybetmiş Nuray ile tanışıyor. Tıpkı yerel halkı küçümsediği gibi, Nuray’ı da başta kendine layık görmediği için Kenan’a ayarlamaya çalışıyor. Böylece filmde bu aşk üçgeni üzerinden toksik erkekliğe dair yeni bir bölüm başlamış oluyor.”

Ayırım başlatılmış: “Yerel halkı küçümsediği gibi…” “Yerel halk.”

Sonra verilen algıyı açıkça yazmışlar:

“… Yönetmenin bugüne kadar daha kapalı verdiği politik tavrı bu filmde daha açık bir şekilde ortaya koyması. Hem “Kürt” nüfusunun ağırlıkta olduğu o coğrafyadaki haksızlıkları içeriden vermesi ama hem de bu konunun entelektüel açılımı ve sorumluluğuna dair daha açık bir duruş sergilemesi.”

Sevsinler sizin entel dantel havanızı… Bakın sonuna doğru filmin ne yapılmış:

“… İki başrolünü bir masaya oturtup apolitik tavırla örgütlü eylem arasındaki çatışmayı, bireyin toplumla ilişkisine dair dolambaçlı ve gerilimli tartışma sahnesi. İki entelektüel arasında tırmanan bu tartışma bir yandan Ceylan’ın tanıdık gelen sahnelerinden biri. Ancak kendi kelimelerini bir vantrilog gibi karakterlerinin dudaklarını oynatarak söyletse de eril iktidarın getirdiği sonsuz bencil ve narsistik yaklaşımı inanılmaz bir gerçeklikte ortaya döküyor.”

Bu entel kesimimiz hem bölücülüğü över, hem de bunun en büyük destekçisi iktidarı yerermiş gibi yapar. İkili oynamayı pek bir severler…

Demek tüm dünya ve de Fransa böyle bir tartışmayı dinlemek istiyormuş. Acayip hayran olmuşlar bu konuya ve bölücülüğü desteklediğini, Türk ordusuna iftira atan Türk Tabipler Birliği başkanı Fincancı’nın yalan sözlerini alkışlayarak gösteren bu bayan artiste bayılmışlar. Politik duruşu, ulus devletimize tavrı için değil canım, oyunculuğuna (!) vermişler ödülü.

Bu ödül alan bayanın törendeki konuşmasına da şaşırmadık, pul kadar bir kağıtçıkta yazılan iki satırı zorlukla okuyor, sözüm ona kadınları savunuyor. Yanındaki eski moda tayyörlü de ardından tercüme ediyor söylenenleri.

Ne Atatürk’ten, ne Atatürk’ün Türk kadınlarına verdiklerinden tek söz edilmeyen bir saçma konuşma.

Çuvalımsı, kaba bir giyimle de kendini ispatlama, dikkat çekme…

Bölücülük bir virüstür. Tedavisi yoktur.

Bir girdi mi bedene, bir topluma, çıkarması çok zordur!

Feza Tiryaki, 28 Mayıs 2023