“EL ÇEK TABİP” TÜRKÜSÜ HAKKINDA 1

Anam ağlar başucumda oturur

Derdim elli iken yüze yetirir

Bu dert beni yiye yiye bitirir

El çek tabip el çek benim yaramdan

Ölürüm kurtulmam ben bu yaradan

Anama babama sözüm kalmadı

Bir su ver demeye yüzüm kalmadı

Doktora tabibe lüzum kalmadı

El çek tabip el çek benim yaramdan

Ölürüm kurtulmam ben bu yaradan

Besteciler: Neşet Ertaş

Bu türkü, Bozkır’ın tezenesi Neşet Ertaş tarafından söylenen, en az 50 yıllık bir türkü. Bir bozlak, bir ağıt. Ama Anadolu insanının ağzından onun talihine yakılmış bir ağıt. Müziğimiz ve edebiyatımız baştan başa bu türden ağıtlarla doludur. Çünkü yakın zamana kadar Anadolu insanının kaderi budur: Basit hastalıklar yüzünden çocuklar ve gençler kırılır.

Türkünün ezgisi gerçek bir ağıttır. Anam ağlar başucumda oturur/Derdim elli iken yüze yetirir” derken heceler hem tizleşir hem de uzatılır ve bir ağıt tınısına dönüşür. Bu tını türkü boyunca sürer. Söyleyen kişi dinleyenleri de acısına ortak eder.

Türkü bir tablo ile başlıyor: Bir hasta var umutsuz. Anası baş ucunda oturuyor ve içten içe ağlıyor. Oğlu ölecek diye korkuyor. Çaresizlik onun beden diline sinmiş durumda. Aynı umutsuzluk hasta için de geçerli. O anasının ağlaması ile daha da dertleniyor ve ölümden daha çarpıcı bir acı içinde kıvranarak sesini yükseltiyor.

Anadolu Osmanlı tarafından yüzyıllar boyu ihmal edilmiş. Cumhuriyet’in ilk yıllarında da bakımsız. Gerçi sağlık alanında bulunan ilaçların çoğu 20. Yüzyılın ürünü. Ancak verem, tifo, sıtma gibi salgın hastalıklar Anadolu insanının canını çok yakmış. Günümüzde de hastalığın teşhisinde geç kalmak, ölümle sonuçlanıyor. Ama o zaman ne doktor var ne hastane. Önleyici hekimlik denen yöntem bile 20. Yy.ın son çeyreğinde önem kazandı.

Bu hasta da verem olabilir. Geç kalmış. Doktor da ona geç kalındığını söylemiş olmalı.

Bu türkünün ilk dizesinde bir tablo var: Bir hastane odası. Odada bir hasta. Hastanın benzi sapsarı. Tükenmiş. Azrail’in kapıda beklediği belli. Başucunda bir köylü kadın olan anası gözyaşlarını saklıyor, iç çekip duruyor. Hastanın gözleri yarı kapalı. Azrail’e teslim olmuş. Kaçınılmaz son gelmiş, kapıya dayanmış.

Birden bir ses yükseliyor. Bu ses, dünyada bir iz bırakmak istiyor. İstiyor ki sesi sonsuza kadar gök kubbede çınlasın. Ölen insanların elleriyle toprağı kazıması gibi, son nefesini veren bir yavrunun bakışı gibi. Bir çığlık bu:

Anam ağlar başucumda oturur

Anası insanın baş tacıdır. Onun için insan “Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar” der. İnsan her ne kadar “N’etcen anayı bubayı/ Yar kokusu başk’olur” dese de başına bir şey geldiği zaman “Anam, anacığım!..” der. Nedendir bilinmez, “Ana… Anam!” gibi sözcükler bir ilaç gibi her derdin acısını hafifletir. Ruh hastalıklarına bile bir dua gibi iyi geldiği olur.

SÜRECEK