Her yıl 25 Nisan’da “Anzaklar” Çanakkale’de şafak ayini yaparlar, resmen tören düzenlerler, ayin yaptıkları koya da adları verilmiş, savaşmaya geldikleri, yenilerek gittikleri günleri, ölenlerini, atalarını anarlar. Savaş alanında anarlar. Bizler de izin veririz, izin vermek ne demek, onlara övgüler düzeriz, bunun için de yüce Önderimizin adını kullanır, bir yalanı yayarız. Bu yalanları duya duya, söyleye söyleye kendimiz de inanır dilimizden düşürmeyiz.
İşte geçen günün başlıkları:
“Anzak Koyu'nda geleneksel "Şafak Ayini" yapıldı.”
“Çanakkale Kara Savaşlarının 107. Yılı (Gelibolu Çıkarması) Anma törenleri…”

Bir de böyle törenlerde, Çanakkale Kahramanı, Türk'ün atası Atatürk'ten, bu savaştaki üstün başarılarından pek söz edilmez. Pek çok da çatlak ses çıkar. Tarihi gerçekler, görmezden bilmezden gelinir. 25 Nisan 1915 Arıburnu taarruzunu 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal yönetmiş, yoğun top ateşiyle İngiliz, Fransız, Anzak birlikleri durdurtulmuş, boğaz boğaza çarpışmalarla düşmana aman verdirilmemiştir. Atatürk, askerlerimize; "Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum" ünlü sözünü bu savaşta demiştir.
Herkes tarihçi kesilmiş. Türk tarihini, Çanakkale'yi kimi yayılmacıların gözünden, kimi yobazların gözünden, kuyruk acılıların gözünden, kimi de Türk düşmanlarının, bölücülerin gözünden türlü çeşitli anlatıyor… İşlerine geldiği gibi.
Gözleriyle görmüşler gibi bir başlıyorlar anlatmaya… Masallar, masallığından utanıyor. Tarih, oluyor size dizi film tadında bir “mışmış”lı söylence…
Çanakkale üzerine hazırlanan tuzakların en etkilisi ve benimseneni Atatürk’ün Şükrü Kaya’ya okusun diye verdiği ileri sürülen ama aslında gerçek olmayan, yalan olduğu ortaya çıkan, o pek ünlü konuşma metni.
Bu sözler, yalan. Öyle bir konuşma yapılmamış. Gerçek, bu sözlerin uydurma olması.
Yüce önderimiz yaşarken bu konudan hiç söz edilmemiş. Ta seksenlere kadar da hiç üzerinde durulmamış. Ne ders kitaplarında adı geçmiş, ne Atatürk’ten anılar anlatanların birinin dilinde, yazısında, söyleşisinde geçmiş. Varsa gösterin. Şurada, yazılı deyin. 1931’de Şükrü Kaya, Büyük Taarruz’un yıldönümünde, o yaz, Çanakkale’de imiş. Orada gömütlükte yapılan anma töreninde Mehmetçiklere seslenen bir konuşma yapmış. Hepsi bu kadar.
Bu konuyu ayrıntılarıyla kaç yazıda işledim. Bu yazı, önceki yazılarımın bir özeti, tekrarı, kısaltması sayılabilir...
"Yalan davulu" durmadan çalıyor. Bari yalanı oranlayıp söyleselerdi.
Yalanı söylemeli ama kubbesiz bırakmamalı.” derler. Burada Şükrü Kaya’nın sözlerinden kubbe örülmüş. Örülen kubbe de fazla dayanamamış, çökmüş.
Yalan, uydurulan söz. Yalan yakalanıyor. Sözün yalan dolan olduğu, aslı astarının olmadığı anlaşılıyor. Yine de, yalana şerbetliler, birinin yalancısı olmaya devam ediyorlar…
Bu yalan, inanılmaz bir biçimde herkesin içine işlemiş. Hem de bunu söyleyenlerin çoğu, Atatürk’ü övdüğünü sanıyor, yalan dolmayı yiyor. Bir yan, bilerek saptırıyor gerçeği. Bir yan, bilmeden bu saptırılan gerçeğe ha bire katkı sağlıyor…
Yalanı oranla söyle.” Bu söz, “Yalanın üstü biberlisi.
Yalan söz, "Atatürk dedi" yalanı her yıl yineleniyor. “Yalan söz”, buraya gelenlerin yüzlerine de söyleniyor. Zaten Avustralya, Yeni Zelanda anıtlarına 1980’lerden sonra kazınmış, taşlara yazılmış bu yalan.
Şimdi yeniden bir durum değerlendirmesi yapalım. Atatürk bir konuşma metni hazırlasa, birine oku diye verse, böyle bir şey yaptığını hiç duymadık o ayrı, okuyan nasıl okur? Kutlamalarda gönderilen telgraflar, bildirimler nasıl okunuyor bilirsiniz. Önce kimden okuyacağını belirtirler. Okuyup bitirince de aynı şekilde, örneğin o zamanki dille, Reisicumhur Hazretleri Gazi Mustafa Kemal diye sözü bitirirlerdi değil mi? En başta mutlaka söylenir: ”Sizlere bir mesaj getirdim.” denilir. Sonra okunur. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ikisini de yapmıyor. Demek ki eline verilen bir konuşma metni yok. Böyle yapmadığı gibi konuşmasında yüce önderimizden "Türk'ün büyük ve sevgili evladı Mustafa Kemal", diye söz ediyor. Atatürk, bir konuşma yazsa böyle mi yazar? Kendinden böyle söz eder mi? “Türk’ün büyük ve sevgili evladı" sözünü ancak bir başkası söyler. Burada da zaten İçişleri Bakanı Şükrü Kaya söylemiş. Ertesi gün gazetelerin yazdığı habere Şükrü Kaya şunları dedi diye başlanmış.
Sonra bu kadar önemli sözler söylense o konuşmada, düşman askerine "kahramanlar" diye seslenilse, bir de bu sözler, yüce önderimiz, Mustafa Kemal adıyla söylense, o dönemde yer yerinden oynardı. Oysa biliyoruz ki, Avusturalya’da, savaş sonrası (1927), Türk askerini küçümseyen, Türk bayrağını çiğneyen bir Anzak heykelciği dikildi, onların savaş müzesine kondu, günümüzde de müzede duruyor, izleniyor. Anladığımız kadarıyla, Avustralya ve Yeni Zelanda askerleri (Anzaklar), yıllar sonra kulaklarına fısıldanan bu sözleri çok sevmişler, birazcık da (olacak o kadar) değiştirerek her yana yazmışlar. Bu arada şunu da unutmayalım, bu sözler bile bu çirkin heykelciği ortadan kaldırmalarına, saklamalarına yetmemiş. Türklere kinleri sürmüş.
1970’li yıllara kadar, bu sözlerden kimsenin haberi olmaması, yalanı ortaya çıkarmıyor mu? Demek ki Atatürk, o konuşmayı yapmamış, yaptırmamış. Orada, o gün (1931) yalnızca Şükrü Kaya kendi adına konuşmuş, konuşma metnini okuyunca da, bambaşka sözler söylediğini anlıyoruz. Sözleri çarptırılmaya açık, bunu da belirtmeliyiz.
Bu değiştirilen konuşma, daha doğrusu uydurulan söz, yalan söz, şöyle. Şimdi, bu yalanı, bilmeyenlere istemeyerek duyurmak, gözleri kapalı buna inananların gözlerini açmak adına yazalım:
“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın topraklarındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz; evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır!”
Kimilerine bu bile az gelmiş. Burada, kahramanlar sözünden Türkler anlaşılır diye endişeye kapılmış olmalılar ki, bu yalanı yayanlar, seslenişe, saldırganların ulus adlarını da yazmışlar:
“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve Hintli kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız…”
Yalan, bu durumuyla da yalancılara yetmemiş, sözleri yeniden değiştirilmiş.
Aşağıdakine benzer sözler de, bu yalanın ardına hep eklenir nedense:
Savaştığı emperyalist düşmanlarına böyle anlamlı ve insancıl sözler söyleyen başka bir lider yeryüzünde yoktur.
Geçmişteki yinelemelere bir kulp bulunabilir, özrümüz olabilir ama günümüzde aynen, bir an duraksamadan bu yalanı söylemeye devam edenlere ne diyeceğiz?
İşin kötüsü, yalan çoktan ortaya çıktı, araştırmacı gazeteci Cengiz Özakıncı adıyla, o geçmiş günlerin gazete haberleri yayınlandı. Haberlerdeki konuşma metniyle, "Atatürk dedi" denilen sözlerin arasında bir ilgi olmadığı ortaya çıkarıldı, bu gerçekler o zamandan beri biliniyor, yine de “yalan sözler” yaşıyor, “yalan” yaşatılmaya, yalan sözlere inanılmaya devam ediliyor.
Cengiz Özakıncı istediği kadar yalanı göstersin, duyanlar, akıl yürütenler, Şükrü Kaya’nın gizlenen konuşmasını okuyanlar, istediği kadar bu sözler Atatürk’ün sözleri değil, Şükrü Kaya’nın sözlerinin yıllar sonra değiştirilmiş, çarpıtılmış durumu desin, bir şey değişmiyor.
Şükrü Kaya’nın aşağıdaki sözleri, nasıl değiştirilmiş, sonra bu yalana kanıtsız, belgesiz herkes nasıl inandırılmış akıl sır erdirilecek gibi değil:
“Karşıda da bizimle harp etmiş insanların mezarlarını ve abidelerini görüyoruz. Orada yatanları da takdir ederiz.”
Yayılmacı, saldırgan düşman askerlerinin mezarları gösterilerek, “Orada yatanları da takdir ederiz.” denmesinden yıllar sonra, bu sözlerden pay çıkarmış, yalanı bu temel üstüne kurmuş olmalılar.
Bu sözlerden sonra denilenler şunlar ve nasıl değiştirilmiş, bir düşününüz.
“Medeniyet tarihi yarın karşı karşıya yatanlardan hangisinin fedakârlığını daha haklı ve daha insani bulacak ve daha ziyade takdir edecektir. Tecavüz etmiş olanların abidelerini mi, yoksa vatanını müdafaa eden kahramanların hâlâ el uzatılmamış mukaddes taş ve toprak halinde bırakılmış olan bu izleri, bu kahraman izlerini mi? Kat’i hükmü medeni beşeriyetin insani takdirine emniyetle bırakabiliriz.”
Kısaca, burada Şükrü Kaya, karşı karşıya yatanlardan hangisinin fedakârlığını uygarlık tarihi daha insani bulacak, takdir edecek, bunu geleceğe bırakıyoruz, demiş. Şu ayrımı yaparak, bu tuhaf sorunun yanıtını zaten orada vermiş:
“Tecavüz edenleri mi, vatanını müdafaa eden kahramanları mı?”
Susarsak, bu sözleri bilerek, bilmeyerek yayanları eleştirmezsek, uyarmazsak yalanı duymayanları, bu yalan yayılmaya devam edecek. Hiç bitmeyecek. Unutulmasın:
Yalancıdan it yeğ.” demiş atalarımız…
Bu yalandan dönelim!
Feza Tiryaki, 26 Nisan 2022
Yazıya ek:
Mustafa Kemal Atatürk Anlatıyor:
"Biz, bir kişinin kahramanlığıyla ilgilenmiyoruz. Size, Bombasırtı olayını anlatmam gerekiyor.
Karşılıklı siperler arasında sekiz metre uzaklık var. Ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiçbiri kurtulamıyor, vurulup düşüyor. İkinci siperdekiler hemen onların yerini alıyor. Fakat, ne kadar özenilecek bir inançla biliyor musunuz? Öleni görüyor, öleceğini biliyor ve hiç çekinmiyor, sarsılmıyor. Okumayı bilenler ellerinde Kur'anı Kerim, bilmeyenler dillerinde Kelimei şehadet ile yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebriğe değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Savaşı'nı kazandıran bu yüksek ruhtur.
Anafartalar Kumandanı
MUSTAFA KEMAL İLE MÜLAKAT'tan/ Kültür Bakanlığı- 1981