Uğur Mumcu’yu Ağabeyi Anlatıyor


Ceyhan Mumcu’yu, kardeşi Uğur Mumcu’nun öldürülüşünün bir yıldönümünde tanıdım. Küçücük bir “oda salonu” tıka basa dolduran gurbetçilere Uğur Mumcu’yu anlatmıştı.

Saatlerce konuşmuş, soruları yanıtlamış, sabırla her sorulana önem vererek uzun uzun siyasi gündemden, yaşadığımız dönemden söz etmişti. Verilen arada kitap imzalamış, her bir kitaba özenle birbirinden ayrı sözler yazarak imzasını atmıştı. Görme sıkıntısı çektiği de kitaplara neredeyse on santim kalana kadar yaklaşmasından anlaşılıyordu. Alçakgönüllü, insana daha önceden tanışıyormuş duygusunu veren biriydi. Bir de eski dönemdeki kendini düşünmeyen çilekeş aydınlarımız gibi birini bitirmeden birini yakıyordu sigaranın. Sağlığını önemsemiyordu…

“Kardeşim Uğur Mumcu” adlı kitabını gençler kapışmışlardı. Kolay okunur ve Uğur Mumcu’yu çok yalın, açık bir dille anlatır bu kitap.

Uğur Mumcu’nun, Uğur Mumcu oluşunu, aile çevresini, gelişimini, kişiliğini bu kitaptan anlamak çok kolaydır.

Kardeşinin (ağabeyinin) anlatımıyla Uğur Mumcu:

“Dört çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğu. Annesinin babası yargıç, babasının babası ise subay. Subay dedesi Ankara’da Jandarma komutanıymış. Babası Tapu Kadastro memuru. Tapu Fen Amiri olarak görev yapmış. Atatürk Orman Çiftliğinin parselleme plânını yapıyor ve Atatürk tarafından takdir yazısı alıyor. Atatürk’e, İnönü’ye çok bağlı, toplumun sorunlarına duyarlı bir baba. Edebiyata düşkün, din eğitiminden geçmiş ama tefeci, faizci din adamlarına karşı, onlarla görüşmüyor, Alevi sünni ayrımına karşı.”

Ceyhan Mumcu, Uğur’un kişiliğinde dedelerimin, babamın önemli etkileri olmuştur, diyor. Çok akıllı bir kadındı annemiz, öğrenmeye okumaya meraklıydı, bizi her sabah gazete haberleriyle uyandırırdı diye annesini anlatıyor.

Babası Hafız Sadettin Kaynak’la aynı okulda okumuş. Sadettin Kaynak Ankara’ya geldiğinde Uğur Mumculara ziyarete gelirmiş o zamanlar. Atatürkçüymüş, onlara Atatürk’ü, anılarını anlatırmış.

O zaman dinlediklerine göre; Mustafa Kemal Çanakkale’de, Tümen Komutanlığı yaparken tümenine üç güzel sesli hafızı aldırıyor. Atatürk hafızlara en ön safta olmalarını emrediyor, şehitliği özendirmek için, diyor. İlk Türkçe ezanı okuyan da Hafız Sadettin Kaynak’mış. İlk Türkçe hutbe verenler de bu hafızlarmış…

Annem ablamı doğururken, biz Kırşehir’deyken, babam 29 Ekim 1933’teki Onuncu Yıl Nutku’nu dinlemeye gitmiş Ankara’ya diye de ailenin Mustafa Kemal’e düşkünlüğünü ve verdiği önemi anlatıyor Mumcu.

Ankara Ulus’ta Devrim İlkokulu’nda okula başlıyor Uğur Mumcu. Şimdi burası yıkılmış, yerine alışveriş binası yapılmış. Kocaman bir bahçe içerisinde bir okulmuş. Çiçekli bir bahçesi olan. Okulda Uğur Mumcu ağabeyi Ceyhan’ı sanki küçük kardeşiymiş gibi korurmuş. Büyüyünce de hep aynı olmuş. Kimlerden dava alıyorsun, sakın bir silah kaçakçısının, bir mafya babasının davasını alma, diye de uyarırmış.

Uğur Mumcu, toplumsal olaylarla, Dumlupınar Denizaltısı batıp 81 denizci şehit olunca, daha çocuk yaştayken ilgilenmeye başlamış.

1960 olayları ve 27 Mayıs Devrimi Uğur’un kişiliğini etkileyen önemli olaylardandır diye açıklıyor Ceyhan Mumcu. Biz 1957’den itibaren Demokrat Parti ile mücadele eden bir gençliktik diyor ve ekliyor:

“Uğur’u etkileyen ikinci olay 21 Mayıs Talat Aydemir’in darbe girişimidir. Ablam Harp Okulu davasında bazı öğrencilerin savunmasını yaptı. Uğur’la ben sık sık Mamak’taki duruşmaları izledik.”

“Uğur’un mizahtaki hocası ve hemen hemen bütün yapıtlarını sindire sindire okuduğu Aziz Nesin’dir. İlk yazarlık denemelerini mizahla yaptı.”

“Uğur’un münazaracı bir yönü vardır. Savunduğu fikri, doğru kanıtlarla güçlendirerek savunmak. Uğur’un Hukuk Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanı olmasını sağlayan da münazaracılığı oldu. Uğur’un başkanlığında dernek toplumsal sorunlarla daha çok ilgilenmeye başladı. “

“Öğrenciyken Yön dergisinde yazılar yazmaya başladı. İlk yazısı Türkiye’deki ayakkabı sömürüsü hakkındaydı.”

Ceyhan Mumcu sonra şöyle anlatıyor:

“Önce avukat oldu, şanslı bir avukattı. Çünkü stajını Cemal Reşit Eyüboğlu’nun yanında yaptı.” diyor. Eyüboğlu Yön’ün sahibiymiş, işlerini daha sonra Uğur’a terk etmiş. Muammer Aksoy da işlerini ona devretmiş. Mümtaz Soysal, dil işini çöz, İdari Hukuk Kürsüsünde asistanlık sınavına gir, deyince de avukatlığı bırakıp Londra’ya gitmiş, İngilizce öğrenmiş.

Bu arada NATO bursu önermişler ona, hemen reddetmiş. 12 Mart darbesinde bir ay kadar gözaltına alınmış. Daha sonra ordudan tasviye edilen subayların hakkını arayan davalar açmış. Bu arada “Yön” kapatılmış. Bunu yerine “Devrim” adlı haftalık dergi çıkarılmış. Bu dergi de kapatılınca “Ortam” dergisi çıkarılmış, Uğur orada yazmaya başlamış. O da kapatılmış. Bu defa “Yeni Ortam” gazetesini çıkarmışlar. Sonunda Uğur Mumcu’yu tutuklamışlar. Bu süreçte babası ani bir kalp kriziyle ölmüş. O dönemde ailesi Uğur Mumcu’ya avukat bulamayacak kadar çaresiz kalmış.

Ceyhan Mumcu aynen şunları yazıyor kitabında:

“Uğur ne cezaevinde ne de Ağrı’ya ( bu kentimizin adını kitabında Ceyhan Mumcu başka adla söylemiş) er olarak gittiği zaman hiç karamsar değildi. Mücadelemi verdim, bedelini de ödedim diye düşünüyordu. 12 Mart’ı yaşadıktan sonra askeri darbelere hiçbir yakınlığı kalmadı. “Kemalizmden vazgeçmedik, ama yönteminden vazgeçtik” derdi.

Ölümünden 15 gün önce Harp Akademileri Komutanı Kemal Yavuz onu akademinin dönem açılışına davet ediyor. Uğur Mumcu’nun orda 15 dakikalık plânlanan konuşması üç saati buluyor. Subaylar onu ayakta alkışlıyorlar.

Uğur Mumcu hiçbir devlet adamıyla dış gezilere gitmemiş. Çok düzenli ve disiplinli yaşarmış. İlk DYP- SHP koalisyon hükümetinin kuruluşunda Emin Çölaşan’la birlikte onun katkısı olmuş.

Gazeteciliğinde tek bir cümlesini bile sansür ettirmemiş.

Ceyhan Mumcu diyor ki:

“Sistem Uğur’a havuç da gösterdi, sopa da onu satın almak için, ama ikisi de para etmedi. Bildiği, inandığı gibi yaşadı ve yazdı.”

Uğur Mumcu ayrıca Ecevit’ten milletvekilliği teklifi almış (1977). Kabul etmemiş. Okurlarımın karşısında inandırıcılığımı yitiririm, demiş.

Kanıt belge olmadan yazmazmış. Bir ağır ceza yargıcı gibi çalışırmış. Hakkında çok dava açılmış ama hiçbir mahkûmiyeti olmamış.

Ceyhan Mumcu yine diyor ki:

“Suikasttan sonra Milliyet ve Cumhuriyetteki bütün yazılarını tasnif ettik. Bu yazılarda öyle İran düşmanlığı falan yok. Yazıların büyük ağırlığı, Amerikan politikalarının eleştirisine ayrılmış. Birinci Körfez Savaşı’ndaki tutumunu ele almış. Barzani ve Talabani’nin güvenilmezliğine dikkat çekmiş.

Hatta bir yazısında Barzani’nin, “ Burada kurulacak devlet Amerika’nın 50 eyaletinden farklı olmayacaktır. “ sözüne yer vermiş. Tabii bir de PKK ve uyuşturucu kaçakçılığı, mafya konularında yoğunlaşmış.”

Kitabında bir de “Yaşasaydı” adlı bir bölüm var. En dikkati çeken,” CHP’nin onaylamasıyla Atatürk Orman Çiftliği’nin Melih Gökçek’e devrinde rol alan CHP’li yöneticilere bunun hesabını sorardı. “demesi. Sonra şunları yazmış:
“En çok da kendilerine solcu diyenlerin serbest piyasa ekonomisini savunmalarına şaşardı. Serbest piyasa ekonomisi Atatürkçülükle bağdaşmaz derdi, BOP eşbaşkanlığı ve Diyarbakır’ın merkez yapılması çok umurunda olur, Abdullah Gül’ün yaptığı gizli anlaşmayla Damat Ferit’in İngilizlerle yaptığı anlaşmayı karşılaştırır, CHP’deki paramparça muhalefete hiç yüz vermezdi ve Devlet Bahçeli’nin dokuz günahının dokuzunu da yazardı”. diyor.

Kitabının son bölümünü 24 Ocak 1993 yılındaki bu suikastın soruşturulmasına, yetkililerin bu cinayetin araştırılmasındaki tutumlarına ayırmış Ceyhan Mumcu.

“Hâlâ bilinmeyen bu cinayeti azmettiren güç kimdi? Türk derin devleti mi? İran mı? Yoksa ABD mi? Ya da PKK mı? Araştırma komisyonunun buna cevap vermesini bekliyorduk, “diyor. Uğur’un öldüğü gün olay yerinde deliller toplanmadı adeta süpürüldü diye de anlatıyor. Savcı bile bu yabancı bir örgüt işidir, çözemeyiz, demiş. MİT’in soruşturma yapmasını engellemiş.

O zamanki Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş, “Türk halkı örgütlenmeli, Meclis’in kapısına kadar yürümeli, Uğur Mumcu’nun katilini istiyoruz diye bağırmalıdır!” demiş.

İstanbul Emniyeti’nde başlatılan Umut operasyonundan da söz ediyor Ceyhan Mumcu.

Yine bir 24 Ocak’ta (2001) silahlı bir saldırıyla öldürülen Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, ölümünden iki gün önce Ceyhan Mumcu’yu arayarak Uğur Mumcu suikastına ilişkin yeni bilgi ve bulgular edindiğini, 24 Ocak’ta da Diyarbakır’da Uğur için anma töreni yapacaklarını söylemiş.

“İnsan doğal ölümlere zamanla alışıyor. Ama kardeşime yapılan bu suikast dün yaşanmış gibi benim yaşamımda tazeliğini koruyor.” diyor

“Milyonlar, Mumcu ailesinin acısını paylaştı, destek verdi. “ dedikten sonra destek veren basın emekçilerine, ailesine, yakınlarına, dostlarına, destek veren milyonlara minnet duygularını söylüyor.

“Ölmeden önce bu cinayetleri (Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Öçok) azmettirenlerin yakasına adaletin yapışmasını diliyorum.” diye de sözünü bitiriyor Ceyhan Mumcu.
*
Büyük insanlar, dava adamları kolay yetişmiyor. Vakitsiz ölüm onları alınca yaşamdan, yerleri kolay kolay doldurulamıyor.

Uğur Mumcu’nun yetiştiği ortamı, çevresini kısaca en yakınından anlatmak istedim ki aile ve çevrenin önemini bir kez daha anımsayalım…

Atatürk’ün şu sözünü de bir kez daha okuyalım, üstünde düşünelim:

“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin.”


Feza Tiryaki (24 Ocak 2012 tarihli yazısı)