Türk’üz türkü çağırırız.
“Türkçe Türk dili demek. Türk dilinde olan.” İlkokul sözlüğünde yazıyor bu. Okuma yazma öğrenen çocuk, sözlüğünde bunu okuyor, biliyor, Türkçe’nin Türk dili olduğunu tüm dünya biliyor. Türkçe, devletimizin dili. Yüce Önderimiz; “Türk demek Türkçe demektir.” sözüyle bu anlamı pekiştirmiştir. Bilen bilmeyene öğretmiştir. Bu konuda kimse bölücülük edemez, bölücülere yardım ve yataklık edemez! Ortaokullar için olan cep sözlüğünde; Türk, anadili Türkçe olan, Türkiye halkından olan diye tanımlanıyor. “Türkçe, Türklerin konuştuğu dil.” Türkü, çalgı ile söylenmek üzere düzülmüş manzume (şiir).
Türkçe söylenen şiir anlamına gelen bu türkü sözü çok eski bir söz, eski zamanlarda Türk sözüne Arapça î ilgi eki eklenmesiyle, Türk’e ait, Türk’e has anlamına gelen “Türki” sözü ortaya çıkmış, sonra oradaki “i” Türkçeleşerek Türkçe kurallarına göre halkın dilinde ü’ye dönüşmüş, türkü olmuştur.
Türk’e has, Türk’e özgü, Türk’e ait, sazla (çalgıyla) çalıp söylenen ezgiler… Türkü çağırmak türkü söylemek demek. Türkü yakmak, türkü sözüne ezgi yapmak.
Demek ki neymiş?
Türk’üz, türkü söylermişiz. Türk ve türkü bir elmanın yarısı gibiymiş. Türk denince akla türkü, türkü denince de Türk gelirmiş… Türkçe gelirmiş…
Türküler Halk edebiyatına girermiş. Türkü söyleyen âşıklar türkülerini doğaçlama söylermiş. Türküler hece ölçüsüyle, halkın günlük konuşma diliyle söylenirmiş… Koşma, mani, türkü…
Bu türküyü de bu sözlerle ilk önce Cumhuriyet döneminin en büyük, son halk ozanı Âşık Veysel söylemiş:
“Dünya dolsa şarkı ile / Türk’üz türkü çağırırız / Yola gitmek korku ile / Türk’üz türkü çağırırız”
“Türk’üz Türkler yoldaşımız / Hesaba gelmez yaşımız /Nerde olsa savaşırız /Türk’üz türkü çağırırız”
“Türklerdir bizim atamız /Halis Türk’üz kanı temiz / Şarkı gazeldir hatamız /Türk’üz türkü çağırırız”
Böyle sürer gider bu güzel türkü.
Şairimiz de (Bedri Rahmi) şöyle demiş türkülerimize: “Ah bu türküler /Türkülerimiz/Ana sütü gibi candan / Ana sütü" gibi temiz / Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla / Köyümüz, köylümüz, memleketimiz”.
Türk Halk Müziği, türkülerimizin müziği. Uzun havalar, kırık havalar diye ikiye ayırırlar Halk Müziğimizi. Kırık havalar ölçülü türkülerdir, sözlü bölümlerinin yanında sözsüz oyun havaları bölümleri de vardır. Koşma, destan, varsağı, mani, divan, karşılama, yiğitleme, güzelleme, taşlama, ninni… gibi.
Uzun havalar da söylendiği yörelere göre, bozlak, Türkmani, maya, hoyrat, divan, ağıt gibi adlar alırlar.
*
Şimdi bu kadar girişten, ön bilgiden sonra konuya girelim mi? Neden türkü türkü diye tutturduk bugün?
Resmen birinin türküsünü çağırdılar dün akşam. Devletimizin televizyonunda hem de. Önce aylarca toplumu hazırladılar, türkülerle haşır neşir ettiler, kendilerine güvendirdiler. Sonra Türk diline sessiz ve derinden bir vuruş. Danışıklı dövüş bir bitiş (final) gecesi.
Birinin türküsünü çağırmak, birilerine yağ yapmak, yaltaklanmak… Bir amaç için kasıtlı yapılanlara denir.
İşte geçen akşam tam da bunun örneğini yaşadık. En iyi türkü söyleyeni seçme, türkü yarışması yapma adına devletin yayın kuruluşu TRT açıkça bölücülük yaptırdı. Tiyatro oynattı. Türk dilinin bölünmesi, Türkçeye “ağız” muamelesi edilmesi üzerine kurgulanmış bir yayını yayınladı, yayına topladığı seçici kuruldaki (jürideki) türkücülerini de bu yolla kullandı. Hepsi tek bir ağız oldular. Ben bu işte yokum diyemediler.
“Sen Türkülerini Söyle” adında TRT’nin uzun zamandan beri yayınlanan bir yarışma izlencesi var. Beş türkücü seçmişler bu yarışmada oy verecek, iyi söyleyeni seçecek. Gençlerle, yaş yaşamışlar bir arada. Bir de sunucuları var, her olduk olmadık yerde papyon kravatıyla, siyah takım elbisesiyle sahne yanında çalınan türkülerle oynayan. Sahneleri son sistem, arkaya değişen kır görüntüleri koyuyorlar yarışmacılar türkü okurken. Sonra oy veriyorlar yarışmacılara birden ona kadar. En iyisine on puan. 1 puan en beğenilmeyene, 3 öylesine, en kötü olmayana, 5, orta puan, sonra 7 ve 10 geliyor.
Haftalardır her Salı, on türkü okuyanı iki bölümde sahneye çıkarıyor, önce ilk beşlik grubun, sonra ikincisinin en iyisini seçiyorlardı. Bu seçilenler finalde (sonda) yarışacak biri birinci olacak diyorlardı. Böyle böyle 5 Eylül akşamına geldik.
Bu yayını izlerken gözlerimize inanamıyorduk aslında. Bu nasıl bir kültür hizmeti, türkülerin hiç dinlenmediği gözden düşürüldüğü günümüzde, bakın devletin televizyonu nasıl da görev yapıyor diyorduk. Birbirinden güzel sesleri, yetenekleri de şaşırarak dinliyorduk. Ta ki 5 Eylül akşamında yapılanı görene kadar.
O akşama kadar yayında bir tuhaflık, bir eleştirilecek yan yoktu, ufak tefek ayrıntılar dışında.
Sonra o akşam baktık, bir anda etekleri yeri döven, mavili giyimli, boynu açık ama başı siyah bir bezle dolambaçlı sarılı, alnı bantlı bir yarışmacı anons ediliyor.
Ekrana Türkçe olmayan bir yazıyla ( seslerle) “ELQAİYE” yazılmaz mı? Bu da nesi demeye kalmadan anlaşılmayan sözler dolduruyor ortalığı. Oradaki Q sesi h sesi olmalı, neden h yazmadılarsa şöyle okuyor “şarkısını” bayan, türkü diyemeyiz çünkü Türkçe değil, “El haşiye, el haşiye, vile, vile!”
Ya, ne zaman dönecek bu sözler Türkçeye, neresinde kesilecek, öze dönülecek, ne bu, diye şaşkın bakarken ekrana, seçicileri yakından gösteriyor kamera. Jürinin en genci, Öykü Hanım, yerinde duramıyor, “Ay bayıldım!” diyor yüksek sesle. Mavi gözlü genç erkek seçici: “Vay vay vay!” çekiyor… Diğerleri de aynı. Seçiciler mest! Baygın.
Söylenenin nesini anlamışlarsa, neresini beğenmişlerse, topluca böyle nasıl baygınlık geçiriliyorsa. Tiyatro sahnesinde bu kadar sahici rol yapma yoktur.
Neyse, şarkı bitiyor, soruyorlar, bayan kendini tanıtıyor:
Hakkari Yüksekova’dan’ım. On iki kardeşiz, biri erkek. Söylediğinin konusu sorulunca;
“Kavuşamayan bir âşık hikâyesi diyor. "Zazaca" olduğunu biliyorum diyor.
Demek ki sözleri ezberletmişler, nece olduğunu da söylemişler, kendisine kalsa bilmeyecek. Hiç aksansız güzel bir Türkçeyle konuşuyor. Türkçe okumaması dil bilmezlikten olamaz. Ona bakarsanız Adamo’ya bile Türkçe şarkı okutan bir ulusuz biz.
Jürideki Cengiz Bey, burada lafa giriyor: “Kültür elçisi hissettim kendisini…”
Niye, burası yoksa kültürlerarası bir şarkı yarışması mıydı da biz bilmiyorduk?
Puanlamada iki kişiyi şöyle kıyaslıyor seçici kurulumuz:
“Biri Zazaca, biri Türkçeydi, iki farklı ağız!” diyor. Kimse de, “Dur bakalım!” “Türkçemiz dünyanın en büyük birkaç dilinden biridir, nedir o Türkçeye ağız yakıştırması, haddinizi bilin!” demiyor onlara. Neyi neyle karşılaştırıyorsun demiyor!
Ağız, dil değildir. “Ağız”, belli yöre ve bölgelerine ya da sınıflara özgü konuşma dilidir. Türk Dil Kurumundaki tanımı da böyledir. “Zazaca” ağızdır. Böyle onlarca ağız vardır yurdumuzda, bölücülük adına, birileri, birbirini hiç anlamayan bu ağızlara da Türkçenin seslerine yer değiştirtip “K.rtçe” demişlerdir.
Şimdi bu durumu nereye koyacağız? Nedir bu? Türkü yarışmasında bir yerel ağzın işi nedir? O zaman tüm ağızları yarıştırın, bakalım görelim, öyle değil mi? Adını da koyun, isteyen izlesin, isteyen katılsın!
Neyse, tam tahmin ettiğiniz gibi oldu yarışmanın gidişi bundan sonra. “Biri Zazaca, biri Türkçeydi iki farklı ağız,” diye saçmalanmasından sonra seçici beyimiz; “Songül” daha iyi bir performans sergiledi diyerek oyunu, ”El haşiye” diyene verdi. Sonrası ibretlik. Oylama böyle başladı, her bir seçici hiç şaşırtmadan tek bir kelimesini bile anlamadıkları, türkü yarışmasında ne aradığını bilemediğimiz o şarkıyı okuyan Songül’e oy verdi. En kıdemli seçici:
“On puanım, Songül’e. Genç bayan seçici: İkisi de çok güzellerdi ama 10 puanım… Bir diğeri: Ayşen de çok tatlıydı ama…
*
Sonuç tahmin ettiğiniz gibi oldu. Biz evde kendi kendimize dedik ki; Tamam Meclis açılınca açılım yeniden başlatılacak, yeni anayasa denilen de zaten bu. Songül finalde bitiş gecesinde birinci seçilecek. Bu kesin belli. Kararlaştırılmış önceden. Bu yarışma da sırf bu yüzden yapılmış. Gerisi hikâye imiş. En azından finalde insafa gelseler de, bir Türkçe parça okutsalar bu tek başı örtülü yarışmacıya. Nasılsa birinci seçilmesi için bu yarışma düzenlenmiş, sonuç kesin belli şimdiden. Dinleyene işkence etmeseler… Madem birinci yapılacak, amaç buymuş, bu kadar ileri gitmeseler. Sonra karar verdik, buraya kadarmış, haftaya yayına bakmayacağız, ne olacağı belli bir düzmeceye… dedik.
Dün 12 Eylül’de, ister istemez televizyon açıldı yine meraktan, dediğimiz çıkıyor mu bilmiş miyiz diye durumu anlamak istedik.
Tüm hafta birincileri türkülerini okudular.
“El haşiye” de yeniden okundu, geçen haftanın birincisiydi diye. Sonra yeni şarkısına geçildi “yarışmacının.”
Bu kez ekranda yine ne anlama geldiği bilinmeyen “Dar Hejiroke” yazdı. Aynı tür giyimle çıktı yarışmacı(?).
“Ey şerrrre şera… lelele… dela lala… darheji…” Söylerken ağlayacak, neler diyorsa. Ne dendiğini bilmeyen seçiciler kurulu komada, of of çekiyorlar, yüzler ağlak, of harika diyor biri seçicilerden. Öykü Hanım yine “Ay bayıldım”ı basıyor, bravo diyor. Ne güzel söylüyor diyor.
Sonra oylamaya geçiliyor. Gerçekten “Ay bayılmışlar,” diğer yarışmacılar boşa gelmişler canım, boşa yorulmuşlar. Kimsenin şansı yok, bu beş yüz binlik ödülün sahibi daha geçen haftadan belliydi. Ödül işin numarası. Yapılan başka bir şeyin duyurusu burada. Alıştırması. Dilimizi yerel ağızlara indirgemek, ses bayrağımızı da yerinden etme girişimi.
İki seçici, oyunu veriyor, bir kişi daha verse kazanacak bayan. Beş oyun üçünü almış olacak. Bizim kanımız, beşe beş alacak yine. Durum belli. Olunca tam olsun denilecek. Haftalardır süren bu emek boşuna mı? Demek ki türküler sevilsin diye değilmiş bu yarışma. Kuralı falan da yokmuş. Bunun içinmiş.
Çat kapıyoruz televizyonu. Buraya kadar! Geleceğimize yanıyoruz, yapılanlara üzülüyoruz, devlet televizyonu eliyle bu yapılanı, akıl ve mantık dışılığı bir yerlere koyamıyoruz!
“Ay bayıldım!” Bayıl!
Bu yapılanın neresine bayıldın, bize de bir anlatsaydınız, bayılmadan!
Bu kadar akla, hinliğe bayılmayan var mıdır?
Neden suskunuz, sessiz sessiz ağlıyoruz…
Türkçemiz nereye?
Feza Tiryaki, 13 Eylül 2023