HAVVA HANIM
(Bir emekçi kadın öyküsü)

Havva Hanım, temizliğe gider, istediğine.
Gideceği evi kendi seçer,
Fazla karışanı, konuşanı sevmez.
Bir de asık suratlıysa ev sahibi,
Onun semtine bir daha hiç uğramaz.

Titizdir, işini eksiksiz yapar.
Halıları silerken ter içinde kalır.
Camları silmez, sanki kırklar.
En ufak bir kir kalsın istemez başladığı işte.
Bedeniyle çalışır, ter akıtır, yorulur.

Elleri çatlak çamaşır suyundan, tırtık tırtık derisi.
Eldiven kullansa da, yetmez almaya her zaman parası.
Kokusu dokunur temizlik ilaçlarının,
Başağrısı, öksürüğü hep var.

Talihsiz bir kadındır Havva Hanım,
Kırkına yaklaşmış, bir gün görmemiş.
Ne baba evinde gülmüş, ne koca.
Köy yerinden İstanbul’a gelmişler,
Anası babası gitmiş oradan Almanya’ya.
Onu da vermişler memlekette kocaya.

Elektrikçiymiş adam, işsiz kalınca,
Kapıcı olmuş, Ataköy’de bir apartmana.
Altta bir göz odada otururlarmış.
Ta o zamandan çalışmaya başlamış Havva Hanım.
Kocan kapıcıysa âdet böyle.
Varsıl hanımların işini kim yapacak,
Evlerini temizleyip paklayacak?
Hem çalışmış, hem çocuk büyütmüş Havva Hanım,
Dört çocuk, ikisi kız, ikisi oğlan.
Tek göz karanlık odada, tam altı can…

Bir gün bilmem nerede temizlikteymiş.
En küçüğü evde, onu babasına bırakmış.
Baba, sorumluluk bilmez,
İşine gücüne bakar, çoğu kez oğlancık yalnız…
Penceresiz kapıcı odası, yemek de orada, yatak da.
Odada çamaşır asılı, askılıkta kıyıda.
Çocuk atlamış oynarken üzerine.
Kapanan demir aksamı askılığın, boğuvermiş onu.
Yorgun eve döndüğünde, böyle, kendi bulmuş oğlunu…

Aldığı gündeliği, un ufak etmiş,
Parçalamış atmış, üstünde tepinmiş, ağlamış,
Ciğeri parçalanmış, yüreği cayır cayır yanmış…
Kimse teselli edememiş onu, küsmüş darılmış kaderine.
Kendi evini bile temizlememiş günlerce,
Oğlunun hayali, ipteki küçücük ölü bedeni,
Yerdeki kan izleri, gözünden silinmemiş…
Aylarca hiçbir işe gitmemiş.
Yapamadıkları içini yakmış:

“Yavrumu bir doğru yaşatamadım.
Çikolata severdi, hiç alamadım.
Üç kuruş artırayım diye dişimden,
Ne üstüne aldım, ne de başına…”

Diye dizini dövmüş, ağıtlar yakmış…

Kalan üç çocuğuna, daha bir sarılmış o günden sonra:

“Ne isterlerse en iyisini alacağım,
En iyi eğitimi vereceğim,
Onları telef etmeyeceğim!..”

Demiş, yeminler etmiş.
Demiş ya, bunlar nasıl olacak?
Kocasının kendine hayrı yok.
Kumarbaz, eli para tutamaz…
Adam, bir de atılmaz mı işinden,
Yönetimin paralarıyla oynadığı kumar yüzünden?

Yırtıp atsa da son iş parasını,
Asla işe gitmem dese de Havva Hanım,
Çare yok, kendinden başka da hiç kimsesi yok.
Ne yapsın, aç mı kalsınlar, avuç mu açsınlar,
Sokakta mı yatsın çoluk çocuğu?
Anası yok, babasından hayır yok,
Kayın kardeşinden haber yok…
Temizliğe gitmiş yine.

İşte o günden beri Havva Hanım,
Evinin hem anası, hem babası.
Bir de kapıcılık bulmuş kendine başka bir evde,
Kocasının yerine.

Ana yüreği hep öyle yanık…
Okutuyor çocuklarını söz verdiği gibi,
Varsılların gittiği iyi yerlerde, en iyi okullarda…
Büyüdüler çocukları, boyunca oldular çoktan.
Üniversiteye gidecek seneye kızı.
En iyi dershanede hazırlanıyor, iki yıldır.
Annesi oranın da temizliğini yapıyor,
Para almadan, ders parası karşılığına,
Kızının hatırına, çalışıyor gece gündüz.

Hepsi temiz pak çocuklarının.
Bir dedikleri iki olmaz.
Cömerttir Havva Hanım, eli de yüreği gibi…
Ekmeğini bölüşür yoksuluyla.
Köyüne bile yardım gönderir bayramlarda, Sinop’a.
Durumu kendinden kötü olanlara,
En çok da çocuklara kıyamaz.
Ölen yavrusu hep hatırında.
Bazen iki kez çalışmaya gider, günde.
İki gündelik kazanır bir yerine.
Gecesi gündüzü çalışmak, üç kuruşu kenara koymak…

Şimdilerde, bir evin telaşında, başlarını sokacak.
Çocuklarını nemli bodrumlarda oturtmayacak…
Tek kendine güveniyor yaşamda,
Bir de Tanrı’ya!..
Ağzı dualı, eli yüzü düzgündür…
Boğuşur durur İstanbul’da ejderhalarla!

Havva Hanım’ın talihi yaver giderse,
Allah bir de sağlık verirse,
Girecektir işleri yoluna…
Ne diyelim,
“Kolay gele”den başka…

Feza TİRYAKİ, 10 Mart 2013