Yüzleşme, hesaplaşma demek, hesaplaşma, yapılan kötülüğün hesabının sorulması.


“Geçmişimle yüzleşmeliyim” diyen sıkıntılı birisi, çocukluğunda her tür saldırıya uğrayan, ilgi görmeyen, yanlış yollara sürüklenen kişi, kendine yapılanların hesabını sormak istemektedir. Kendini aklama, başkalarını suçlama eğilimindedir.
Yüzleşme; “Pandora’nın kutusunun açılması”, saklanan kötülüklerin bir anda ortaya saçılması. Atalarımızın; “Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü”, demeleri gibi.
Elimde, “Tarihimizle Yüzleşmek” adında 2016 basımı bir kitap var. Yazarı (E. Kongar) kapak resmi olarak kendi yüzünü koydurmuş. Doğruysa yazılan, kitap doksan yedi kez basılmış. Duyurusunda iki yüz baskı deniyor. Hemen arkasından aynı adlı bir kitap daha yazmış, kendisine, ben tarihçi değilim, bir toplumbilim öğrencisiyim diyen yazarı; “Demokrasimizle Yüzleşmek”. Bu ikincisinin sinyalleri zaten birincide verilmiş. Hiç gereksiz yerde, söz arasında, algıya yönelik bölücülük işlenmiş ilk kitapta çünkü. Örneğin “Tehcirin yüzüncü yılı” başlığında olaylar anlatılırken algıya dönük araya sokuşturulanlar, her toplumsal olay anlatımında, kimi yerde ayraç içinde, kimi yerde doğrudan; "Türkler ve Kürtler" yazmak. Toplum bilimci yazara sorsak da açıklasa oradaki “Kürtler” neyin karşılığı? Hangi yerel ağzı kullanan kabileler? Kurmançi mi, Soyrani mi? Zazaki mi? Böyle onlarca ağzın hangisini konuşanlar? Neden Türk halkı, Türkler denmiyor da, “Türkler ve “Kürtler?” Bizde iki dilli, iki halk mı var? Türkçeden başka dilimiz mi var? Bu yapılanın karşılığı da alınmış: Bakınız bilgi ağına, bir anda karşınıza çıkıyor; “ İlk Kürtçe Kitap Satış Sitesi Demokrasimizle Yüzleşmek Pirtukakurdi.” Bu yer, kitabın tanıtımını kendi üyelerine bedavadan yapmış, alınız, kargo ücretsiz, diyor. Tanıtımda, dili Türkçe diyor. Yapabilseler, yerel ilkel ağızlara, konuşma dillerine çevirebilseler buldukları hazineleri (!) hemen çevirecekler ama nerede…
Bunu, Yaşar Kemal bile yapamadı, Cumhuriyetimize, 1995 yılında 70 yıllık zulüm dedi de, boşa dedi, Cumhuriyetimizi kötülediğiyle kaldı, heveslendiği Nobel’i almayı başaramadı, Türkçeden başka dille de yazamadı… Yine de ortalığı bulandırmak yetiyor bölücülere… Dil olmayan, birbirlerini anlamayan ilkel yerel ağızlara dil denmesini isteyen, kendilerini ayrı dilli sayan yayılmacı maşalarına, Cumhuriyette her türlü makama yükselebilen, kendilerine ayrımcılık yapılmayan etnikçilere bizim aydınımız pek yakındır. Atatürk Cumhuriyeti kayan bir yıldız gibi kayıp giderken vatandan, hâlâ aynıyız, huylu huyundan geçmiyor, bir türlü ayınamıyoruz.
Aydınımız ta eskiden beri yardımcı olmasa bölücülere, her aydınım diyen bir parça bölücü olmasa, Atatürk ilkelerine sırt dönmese, aydınlarca Cumhuriyete sahip çıkılsaydı, Komünistliğe özenilmese, Atatürklü altın yıllarımızda bile Sovyet rejimine çalışılmasa, Cumhuriyet Siyasi İslam’a teslim edilir, bu günlere gelinir miydi, söyleyin?
Yüzüncü yılda akıllara yalnızca “yüzleşmek” geliyor. Kutlamak gelmiyor…
Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını belirsiz bir zamana (?) erteledi. Cumhuriyet Bayramı’nın hemen öncesi İstanbul’da Filistin Mitingi yapılması kararı alınmış. Bayram güme gitmiş. Ankara’da, Milli Eğitimin, Cumhuriyeti alanlarda, askeriyle, polisiyle, öğrencileriyle, bandolarıyla, halkın katılımıyla kutlayan yüzüncü yıl kutlaması değil, dini içerikli, dualı aminli hadisli, zikirli “anma programı” var İmam hatip okullarıyla.
Birçok yerde de, malum şarkıcıların (aşk şarkıları okuyan popçuların) o bilindik, yoz konserleri var yeni moda ulusal bayram kutlama adına…
Bir pop şarkıcısı da, bölücü söylemleriyle ünlü biri de, bu durumda tutup “Yüzleşme “ adında bir şarkı çıkarsa, çıkardığı bu şarkıyı Atatürk’ün yazı diliyle yazılmayan bir adla özellikle okusa, yüzleşmeyle bir ilgisi olmayan basit sözlü bu şarkısını tutup adı Türkçe yazımıyla yazılmayan bu bayana verdim dese, ne yapmış olur?
Bir taşla kaç kuş vurmuş olur.
Bölücü söylemleri yeniden hatırlanır, Türkçemizde olmayan “x “ sesi yeniden yeniden göze sokulur, a, bu harf bizdenmiş baksanıza kimin adıymış dedirtilir…
Peki bu Ferhat Göçer adlı şarkıcı neyin nesi kimin fesiymiş? Açılımda yazmıştım, kendisi söylüyor:
“Ben “Kürtlüğümle” gurur duyan bir insanım ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım ve Türkiye sevdalısıyım. Şu topraklarda kardeşçe yaşamamız gerektiğine inanıyorum. Sonuçta iki eski eşim de Türk’tü, çocuklarım melez. Yani kendimi parçalayabilme ya da ayrılma şansım yok. Ve bugün bunu gururla ve rahatlıkla Kürdüm diyebiliyorum.” (Kasım 2013)
“Çocukları melezmiş.” Şimdiye dek böyle bir sözü ne duyduk, ne bir yerde okuduk. Zencilere özenmiş. Türkiye’de herkes, herkesle, kökene bakmaz, kimi zaman sorma aklına gelmez, evlenir, kimsenin de çocuğuna melez denmez! Duyulmadık bir bölücü tanım! Türkçeden başka dili yok, Türkçeyle büyüyor, kendisi diyor bunu, Türkçe şarkılarıyla ünleniyor, cebi para görüyor, üne şana kavuşuyor, toplumun her kesimince kucaklanıyor. Sonra da bunu diyor. İki eşi de Türk’müş, ona göre, çocukları melez. Vay, vay, vay! Vatandaşlık kabulü ama kimliği değil.
Tıpkı siyasetçilerin, yönetenlerin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile aynı nedenle oynanmak istemesi, başkanlıkla federal yapıya geçebilmek, dış destekli bölücüye istediğini vermek için Cumhuriyeti kuran ulusun adına, Türklüğe sürekli, her fırsatta saldırılması gibi… “Türk’ü” akıl dışı bir şekilde, kendine has dili olmayan, dilsiz toplumların veya çok dillilerin (İsviçre, Kanada, Avustralya, Hollanda, Belçika…) ulus adlarına özenip, “Türkiyeli” yapmak istemeleri gibi…
Biz öyle miyiz? Bizim dilimiz Türkçe değil mi? Birilerinden mi çaldık Türkçeyi? Ülkemizde Türkçeye eş, denk bir dil var mı? Bir iki ilkel ağzı, hem de birbirlerini anlamayan ağızları tek adla adlandırıp basit bir kabile ağzını, konuşma ağzını utanmadan dil mi sayacaksınız yoksa?
Aynı söyleşide sormuşlar: Sözlükte (Wikipedia’da) sizin için “Türk şarkıcı” yazıyor. Rahatsız ediyor mu bu sizi?
Şarkıcı yanıtlamış. İktidarın bölücülerle hangi konuda anlaştığının, nasıl bir Türkiye düşünüldüğünün ip uçlarını vermiş:
“Hayır, fark etmiyor. Benim kavramım “Türkiyelilik.” Anadilim gibi Türkçe konuşuyorum.” (Demek ki anadilsiz kendisi, “gibi” dediğine göre.)
Bilmeyene anlatalım: Anadili, birilerinin anasının dili demek değildir, ülkenin dilinin adıdır. Şarkıcıya göre, Türkçe, Türkiye Cumhuriyeti’nin dili imiş, anadilimiz değilmiş… Niye peki? Fransa’nın ulus adı Fransız, dili Fransızca, İngiliz’in ülkesi İngiltere, dili İngilizce de; Türkiye’de, Türk Ulusu’nun (Cumhuriyeti kuran Türkiye halkının) dili neden Türkçe olamıyor? Anadilimiz olamıyor?
Bundan sonra dedikleri ne yenilir ne yutulur türden! “Türkiyeli olmaktan gurur duyuyorum. (Sözlükte) “Türkiyeli“ yazsaydı çok daha güzel olurdu ama bu geçiş dönemi.”
Bakın siz, yazınca elin adamı, ansiklopedi hazırlayıcı, tarih boyunca var olan “Türk”, birden “Türkiyeli” oluverecek. Binlerce yılın Türk’ünü kim, nasıl, nerede ters yüz edecekmiş soralım? Bu mümkün müymüş? Dilin olmayacak ki, sana, –iyeli takısıyla seslensinler. Dünyanın dördüncü büyük dili Türkçeyi, Türk Dili’ni neyle eş tutacaksınız bir söyleyiverin?
Şarkıcı, “ Bu kavramlara zamanla alışacak insanlar. Türkiye’de halkların eşit bir şekilde yaşamasının zorunlu olduğu…” diye de, daha bir takım saçmalıklar zırvalamış. O zaman kendine başka kökenim diyenler, ayrılıkçılar neden yönetiyor Türkiye’yi? Kendimizi bildiğimizden beri bu hep böyle… Kabinesi öyle, vekilleri öyle, belediye başkanları öyle…
Gün yüzleşme günü ya, “Yeni Anayasa, demokratikleşmek” denilerek Türk’ü Anayasa’dan kaldırmaya kalkışma günü ya, şarkıcı bu akıma boş boş mu bakacaktı?
“Yeni klip “Yüzleşme” yayında," demiş, 13 Ekim’de.
“Ferhat Göçer & Arzuxanım – Yüzleşme”
Sözler evlere şenlik: “Tamam kabul benim hatamdı / Hayat büyük büyük kumardı /Umudu hoş hayali tatlı/ Seninle bi' ihtimalim vardı/ Sorun değil yine aşardım/ Sen iste ben...”
Şarkıcı, burada bir de ters köşe lafı çıkartmış heybesinden.
“Yeni şarkı biraz ters köşe…”
“Yüzleşme” Ferhat Göçer, Azeri sanatçı Arzuxanım'a sözleri Neşe Seçil ve bestesi kendisine ait olan “Yüzleşme” isimli şarkısını verdi.”
Şarkının sözlerinde hesap sorma yok. Aptalca sızıldanmalar. Adı neden “Yüzleşme” konuldu acaba?
Arzuhanım’ın “hanım” adı Türkçe seslerle değil de, X sesiyle neden yazıldı tanıtıma, Azeri Türk’ünü burada neden kullandılar acaba?
2013’te, bu Türkçemizde olmayan üç harfin “klavye özgürlüğü” adıyla iktidarca serbest bırakılmasına Yeniçağ yazarı Ahmet Takan meclisteki bazı vekiller için şunları yazmıştı:
“Önce isim ve soyadlarını değiştirecekler. Sonra da TBMM Başkanlığına başvuracaklar. Milletvekili albümüne isim ve soyadlarını da Q, X, W ile yazdıracaklar. Özgeçmişlerinin yazıldığı bölümü de ona göre düzenletecekler. Sonra da, Meclis albümüne baktığınızda “Kürdistan Eyaleti Mebusları” başlığı altında isimler okuyacaksınız!”
Şimdi soralım:
Cumhuriyet, devrim karşıtlarının elindeyken neden yüzleşme kitapları yazılır? Cumhuriyete bir taş da aydınlar atar, neden acaba?
Bizler, toplum olarak, olmuşu olmamış sayma hastasıyız. Birazcık hamile olmak gibi ünlü aydınlarımız birazcık bölücülük etseler ne olur öyle değil mi?
Şarkıcılara kadar düştü yüzleşme…
Aman ha ne yapıp edip yüzüncü yılını dolduran, Atatürk’ün; “Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır!” dediği Atatürk Cumhuriyetiyle mutlaka yüzleşiniz!
Yüzleşin ki yüzünüzü görelim!
Feza Tiryaki, 24 Ekim 2023