Atatürk “Köylü milletin efendisidir” demiş de nasıl bir köylü kurgulamış?

Bu söz söylendiği zaman bizde köylü, vatandaşın etini, sütünü, yününü, sebzesini, meyvesini yetiştiren kişidir. Gerçi ülkenin yarısı kurak yarısı bataktır. Her iki yerde de sebze meyve yetişmez. Halk koyun ve keçi sürüleri ile beslenir. Sütünü içer, etini yer, derisini giyer. Yününden giysi, kılından çul ve çadır yapar. Doğudakiler tezeği ile ısınır. Dışarıya satmak için pek bir şey üretilmez.

Bunlara rağmen köylü milletin efendisidir. Çünkü en temel ihtiyaç maddelerini köylü üretmektedir. O üretmedi mi herkes açtır. Buna rağmen dönemin yöneticileri köylüyü itip kakmaktan, ona köle muamelesi yapmaktan vaz geçmez. Çünkü onlar Sepetçioğlu’nun deyimiyle “Osmanlı artığı”dır. Aşık Veysel’in Kızlay’a sokulmaması bu Osmanlı artıkları yüzündendir.

Paşa her şeyin eğitimle düzeleceğine inanırdı. Okuma yazma seferberliğinin özünde bu inanç vardır. Her ne kadar bilim en hakiki yol gösterici ise de asıl sorun insan insana ilişkilerdedir. Aydın, Anadolu’yu ve dnyayı tanıyan kişilere de ihtiyaç vardır. Ama bu ülkenin kendi insan kaynaklarıyla olacak bir şeydir. Dışarıdan tohum getirmekle, damızlık getirmekle kalkınmak mümkün müdür?

Köy Enstitülerinin açılması bu aydınlanma ihtiyacının bir sonucudur. Aydın hem Anadolu’yu hem de dış dünyayı tanıyacaktır. Gerçekten de bu proje tutmuştu. Gel gelelim ikinci Dünya Savaşı sonrasında batılıların insan kaynaklarını da savunma sanayini de biz geliştiririz aldatmacası ve bizim siyasetçilerimizin buna kapılması yüzünden imkanlarımız daralmıştır.

Cumhuriyetin temel ilkesi ülkenin kendi yer altı ve yerüstü kaynaklarını geliştirmek olduğu kadar insan kaynaklarını da donatmaya yöneliktir. Atatürk parlak zekaları yurt dışına bunun için göndermiş, okuma yazma seferberliğini bunun için yapmıştır kanısındayım. Devrimleri ve kurduğu fabrikalar da bu amaca dönüktür. Bence o asıl devrimi insanımızın zihninde ve zihniyetinde yapmak istiyordu. Maalesef bunu başarmaya ömrü yetmemiştir.

“Köylü milletin efendisidir” sözü köylülüğe özendirme değil, aksine üretim kaynaklarını yerli ve milli yapmaya yönelik bir sözdür. İlk atamamın yapıldığı okul bir başka okulla münazara yapıyordu. Konu “Kalkınmada öncelik tarım mı yoksa teknoloji midir?” sorusuna verilmesi gereken cevaptı. Tabii öncelik tarım olmalıdır diyen bizim okul tartışmayı kaybetti. O sırada tarih öğretmeni arkadaşımız dedi ki,”Teknoloji önceliklidir. Amma teknoloji için gerekli finansman nereden sağlanacak? Elbette tarımdan...” Sanırım Cumhuriyet de bu yolu seçmişti. Aldığımız teknik ürünlerin finansmanını tarımsal üretimle sağladık uzun yıllar.

Aynı durum bugün insan kaynaklarımız için de geçerlidir. Devletimiz eğitim, kıyım gibi yöntemlerle insan kaynaklarımızı biçerken, başka ülkeler insana yatırım yapmaya devam ediyor. Ve hem teknolojileri hem de kültürleri çeşitlenip gelişiyor. Tabii ekonomileri ve dünya siyasetindeki ağırlıkları da. Sonuç belli: Onlar aya, biz yaya.

Yukarıda sözünü ettiğimiz eğitim ve kıyım gibi olumsuzluklara bir de nüfus artışının sıfırlanması sorunu eklendi. Nüfus artışı alarm veriyor. Son zamanlarda nitelikli niteliksiz göç alarak bu durumu birazcık gizleyebiliyoruz. Ama gelecek pek parlak değil.

Başka Türkiye yok! İnsan kaynaklarımızı geliştirmek, topraklarımızı ekip geliştirmek için yaslanacağımız tek coğrafya, taşradır.

SOMSÖZ: EN GÜRBÜZ İNSAN KAYNAĞI, KÖYDÜR.