Önce adı ilgimi çekti Aralık başında gösterime giren bu filmin:

Dokuz Kere Leyla”.

Dokuz, dokuz canlı olmayı getirdi önce aklıma. Leyla, Arapça kökenli bir kadın adı. “Pek karanlık gece” anlamında. Bir de, en çok Leyla ile Mecnun öyküsüyle bilinir Leyla adı. Çok konulan, sevilen bir addır. “Kedi dokuz canlıdır,” kolay kolay ölmez anlamında bir sözümüz de var. “Kedi gibi dört ayağının üstüne düşmek…” Kazalardan belalardan yara almadan kurtulmak. “Kere”, sayı sayma cetvelini anımsattı, iki kere iki… Beş kere beş… Dokuz kere dokuz…

Türklük’te dokuz sayısı, dokuz sayısının kutsallığı... Dokuz ışık. Dokuz gün. Dokuz kez vurma, dokuz deniz geçme. Dokuz Oğuz boyu, göğün dokuz katı, yerin dokuz kat altı, dokuz ok, dokuz oğlan, dokuz kız. Dokuz Mart bayramı, kağanların dokuz tuğu, dokuz parça, dokuz çatallı taş, dokuz dallı ağaç…

Dokuz kere Leyla”, dokuz kez ölümden kurtulan “dokuz canlı Leyla” anlamında kullanılmış. Filmin senaristi zaten filmin konusunu “Dokuz Canlı” adlı tiyatro oyunundan aldığını söylüyor. 2006 yılında yitirdiğimiz bir tiyatro yazarının (Tayfun Türkili) eserinden yola çıkılmış.

Filmin adıyla birlikte, daha film gösterime girer girmez, ağız birliği edilmişçesine filmi kötüleme yazıları doldurdu ortalığı. Fareli köyün kavalcısı masalında olduğu gibi, bütün çocuklar (yorumcular) kavalcılarını(Ahmet Hakan) izlediler, aynı sözlerle filmi eleştirdiler:

“Çok kötüydü, bakamadım, filmi şu dakikada kapattım, bakılmaz, zaman kaybı…”

Oysa hiç de öyle değildi, sonuna kadar soluksuz, zevkle izlenen, güldürücü, düşündürücü bir film. Cinselliğin yaşamdaki rolü, erkeklerin kızgın teke dönemi, bunun için cinayet işlemeyi göze almaları, cinselliğini çıkarı için kullanan, bedenini kullandıran genç ve kötü yürekli kadınlar. Çıkarcı, onursuz bir avukat, bir tarihi eser için cinayet işleyebilen eski eser koleksiyoncusu, cinayet malzemeleri satan insanlar, biraz aptalca iki sağlık görevlisi…

Filmin en önemli kusuru, Lilith denilen eski bir söylenceye filmde gereksiz yere yer verilmesiydi. Daha doğrusu, önce eski yazma bir esere dikkat çekilerek bu adı kafalara yerleştirme, son sahnede de bunu ders verir gibi açıklamak. Kökeni Sümerlere uzanan bir eski öykü; sonrasında diğer eski insanlık öyküleri gibi Tevrat’a falan dayandırılarak anlatılması. İnsanın yaratılması, ilk insan Adem, ilk kadın Lilith, Adem’in ilk eşi, eşitlik; sonrasında ikinci kadın Havva, ikincillik, kadın erkek çatışması…

Lilith, “Wellt Kunst” sanat ansiklopedisine göre, milattan (İsa’dan önce) iki bin yıl önce yaşadığı varsayılan bir tanrıça. Değişik, taş - kil kabartmaları (röliyef) bulunmuş. Filmde gösterilen şekli en çok bilineni. Bu tanrıça ölüm getirirmiş, sembolü baykuşmuş, Adem’in birinci eşiymiş. Dişi şeytan da denilirmiş ona.

Filmde Lilith’e Leyla denmesi de ilginç. İbranice Laila sözünün Leyla’ya yakıştırılması.

Bu masalımsı bilgiler neye yarayacaksa? Konu ile nasıl ilgi kurulduysa? Filmdeki Leyla yani filmin erkek kahramanının eşi bir ev hanımı, evine bağlı, eşine güvenen, onu seven, gamsız tasasız hep gülen, oynayan, dans eden bir kadın (Demet Akbağ). Bu kadından nasıl bir dişi şeytan çıkardılar da filmin sonunda bu öyküyü anlattılar, bilmiyorum. Amaç, ne olursa olsun Yahudi eski tarihinden bir şeyler anlatmak mı, onların insanlığa baskılarını, güçlerini göstermek mi, entellik taslamak mı kim bilir? Oysa bu hikâyeler ta Sümerler’den (Mezopotamya tarihinden) geliyormuş, sonradan Yahudiler kapmış kendilerine mal etmişler o ayrı…

Filmin ikinci kusuru da hiç iyi bir karaktere, örnek alınabilecek kendini onun yerine koyabileceğin bir kişiliğe yer verilmemesi. Leyla rolündeki kadını bile sevemiyorsun, sığ, salak, onursuz bir kadın. Adem rolündeki kişi (Haluk Bilginer) cinsel dürtülerinin esiri, kendini, sırf karısından kalacak para için isteyen ruhsuz bir genç kadına kullandıran, onun için cinayet işlemeyi göze alan bir tatlı deli.

Tatlı deli diyoruz çünkü karısını her öldürme atağından sonra çocukluktan kalan, dayının üstüne düştüğü, “düşme sarsıntısı”nı yeniden yeniden yaşarken, baygınken, dans ederek söylediği şarkılar, sevimli tavırları çok eğlendirici. Gerçekte ise örneğini çok gördüğümüz bir zavallı erkek. İçgüveysi, kadın parası yiyen. Kendini parası için isteyene kanacak kadar da aptal…

Filmin bu yanı da ders verici. İkinci kadın yani filmdeki genç kadın, Nergis, bir evlilik terapisti, psikolog. Gencecik kadının karşısına geçen ondan yardım uman saçları ağarmış koca kişiler. İnsanların kendi sorunlarını bir başkası aracılığıyla çözmeye kalkışmaları, bir tür güdülmeleri… Bu terapistle işi pişiren koca, bunu anlamayan alık alık hep gülümseyen karısı…

Bu tıpkı, dokuz aydır kesintisiz oynatılan günümüzün “salgın” tiyatrosunda, tüm dünyanın aynı sopayla güdülmesi, insanların aşırı baskıyla özgürlüklerinin budanması, dayatılan korkunun tek merkezden yönetilmesi, herkesin öyle bakması gibi…

Filmde iki sağlık görevlisi var. Hızır ile İlyas (Hızır gibi yetişme, Hızır İlyas peygamberlerin öyküsüne gönderme) Hızır diyor ki, ilk yardıma koştuklarında, düşene: “Tıbbi eğitimim var, çok şanslısınız!” İkinci sorusu; "112’yi arayan mal kim!” Bu sözlere gülmece denebilir mi, yoksa duyduğunuz da üzülür müsünüz, siz söyleyin artık.

Şimdi filmden alıntılar, verilmek istenen dolaylı mesajlar:

Genç kadının yalancı aşkına kanan, eşini serveti için öldürmeye kalkışan Adem’in sevgi üzerine bir sözü:

Gerçek servet insanın aşkıdır.

Avukat, sanırsınız yeni tip virüs aşıcısı: “ Oksijen israfı huzursuz herif!” “Planetteki yer kaybı!

Yine başka bir konuşmadan:

Düşünmek sevmiyorum. Bir saniye düşünsem sıkılıyorum. Sıkılmayı da sevmiyorum.

Avukat, Nergis’e: “Çok güzelsin.” Nergis: “Bana bilmediğim bir şey söyle!

Adem’in ayrılma konuşmasından:

Ayrılmamız gerekiyor. Ben seni sevmiyorum artık!

Leyla, aldırmaz:

Gel canım gel, dikkat et!

Lilith el yazmasının satışında, antikacı:

Lilith el yazması bu! O kadar önemli bir eser ki, sağ elimi indiremiyorum.

Bu sözler şarkıdan:

“İkna ikna tek yol ikna! Ölümüne ikna! İnadına ikna!”

“Siz kimsiniz ya?” “Zihninin içiyiz!”

“Karı kılıklı bir Adem mi var?” “Her cinayet işleyen katil olsa?..”
“Değişin değişin, tam zamanı!”

Yine Adem’in şarkısından:

“Ben bir ademoğluyum / İstanbul doğumluyum/ Adem, adem, adem, ademoğluyum. /Tanrı seni yarattı/ doğa seni büyüttü./ Damarının içine kadın zehri damlattı.”

Adem, Hızır ekibine:

Lan, yine mi siz? Türkiye’de başka sağlık ekibi yok mu?"

Filmdeki antikacıyla Adem:

“Siz şerefsize benziyorsunuz, bana yardım edin!”

“Siz de şerefsiz bir tipe benziyorsunuz!”

Adem’in tuttuğu katille konuşması:

“Benim Leyla’yı öldürmem lazım, karı boşanmıyor! Nergis’le kendimi yirmi yaşında hissediyorum.”

Antikacı, tetikçiliği kabul ederken: “ Bu yazmalar için adam öldürürüm demiştim, değil mi? Ne olacak elime mi yapışacak?

Her insan ölümü tadacak bir gün. Biz sadece tarihi öne alacağız.”

Adem:

“Karımı öldürür müsünüz?”

Bu sözler de ülkemizin adaletine gönderme:

“ Niye öldürdün ki adamı?” “Bu, iki üç ay yatar çıkar!”

Antikacının yardımcısıyla Adem:

“Kanka, hayırdır düşüncelisin?”

“İnsan düşünen hayvandır!”

Filmde, Kanuni’den (muhibbi) beyitler de var:

Saltanat dedikleri bir cihân kavgasıdır / Olmaya saltanat cihânda vahdet gibi.
Ko bu ayş ü işreti çün kim fenâdır âkıbet/ Yâr-i bâkî ister isen olmaya taât gibi.
”*
*
Kadın özgürlüğü ile ilgisiz bu filmde bir de Beyoğlu yürüyüşlerinden görüntüler gösterdiler. Ellerinde pankartlar, o biçim sosyetik kadınlar, hani hepimiz Ermeniyiz diyenler gibi: “ Kadına özgürlük!”

Cennet cehennem sahnesinden bu son sözler, bu uyduruk salgından sanki haberleri varmış, 2019 da filmi çevirirlerken:

“Erkeklerin en iyi bildikleri şey öldürmek. Birini öldüremeyince kendilerini öldürürler.”

“İçeri alalım mı sizi?”

"İçerde ne var?" “Bok var!”

“Kolonya var, peçete var, ellerinizi iyice yıkayın, yüzünü de sil, geç!”

“İçerde huri bilem var mıdır?”

“Burası cehennem!”

“Ölüm, çok çirkinsin!”

Feza Tiryaki, 24 Aralık 2020

Ek:
taât: İbadetler.
taat: İbadet.
(Tanrı buyruklarına uymak.)
Vahdet: Birlik, Tanrı yakınlığı, Tanrıya ulaşma.

* Bırak işret (içki) alemlerini sonu fenadır, ebedi aşk istersen, ibadet (Tanrı buyruklarına uyma) tek çaredir."