"Parası olmayan siyaset yapmasın." Bu cümle, artık yalnızca bir temenni değil, siyaset sahnesinin acı bir gerçeği haline geldi.
Aday olmak için önce ekonomik gücünüz olacak, reklam verecek, afiş bastıracak, insanlara ulaşacak kaynaklara sahip olacaksınız. Yoksa daha ilk adımda eleniyorsunuz. Peki bu neyi doğuruyor? Siyaset, halk için değil, güç ve servet arayanlar için cazip hale geliyor. Seçimle değil atamalarla koltuklar işgal ediliyor.
Makam koltukları; hizmetin değil, itibar ve kazancın kapısı olarak görülüyor. Ne yazık ki bazıları bu koltuklara sadece “birilerine yaranmak” veya “zenginleşme rotasını hızlandırmak” için oturuyor. Oysa siyaset; yoksulu anlamak, köydeki çocuğun yolunu açmak, işsizi umutlandırmak içindir. Bu anlamı yitirdikçe, koltukların ağırlığı hafifliyor, anlamı boşalıyor.
"Gitsin ticaretini yapsın" dediğimiz noktadayız. Çünkü siyaset, ticaretin arka kapısı haline geldiyse; orada halkı değil, kendi cebini düşünenler çoğalır. Makamlar, halkın parasıyla büyüyen şahsi servetlere dönüşür. İşte en büyük yozlaşma burada başlar.
Ve bir başka gerçek: Dünün düğün pilavcıları, bugünün idarecileri olmuş. Sorgulanmamış ilişkiler, sorgusuz yükselişler, liyakatsiz atamalar artık toplumda ciddi bir rahatsızlık yaratıyor. Bu ülkenin insanı, artık kimsenin biat yoluyla yükselmesini istemiyor. Hak edenin, emek verenin, halkı için çalışanının görev başında olmasını istiyor.
Siyaset, sermaye sahiplerinin değil; vicdanı, ahlakı, halkla gönül bağı olanların işi olmalı. Aksi halde yöneten değil, yönlendirilen bir toplum oluruz.
Ve unutmayalım: Makamlar geçici, halk kalıcıdır. Gerçek iz, halkın gönlünde bırakılır; banka hesaplarında değil.