Öğrenmek, soru sormakla başlar. Edebi sanatlarda istifham adlı bir sanat vardır. Bu sanat anlatımı sanatlı hale getirir.

Öğrenmek, soru sormakla başlar. Edebi sanatlarda istifham adlı bir sanat vardır. Bu sanat anlatımı sanatlı hale getirir. Anlatımı güçlendirmek amacıyla sorulan sorularda bu sanat vardır. Osmanlı aydını 19. Yüzyılda edebi sanatlara karşılıklar ararken soru sorma sanatına Arapça fehm (anlamak) kökünden karşılık buluyor.

Gerçekten de öğrenmek çoğumuzun düşündüğü gibi ezberlemekle değil, soru sormakla başlar.

Biz gazeteciler her şeyi merak eder, sorarız. Akıllı insanlar bu sorulara açık kalplilikle, bildikleri kadar cevap verir. Biz onların verdikleri cevapların darasını, firesini düşer ondan sonra keseye atarız. Çünkü verilen cevapları birçok kanaldan test etme imkanımız vardır.

Aynı durum öğretmenler için de söz konusudur. Bir öğrencinin konuyu anlayıp anlamadığını bakışından, duruşundan anlamak mümkündür. Soru sormak biraz da öğrenciyi anlamaya zorlamaktır.

Eğer bir öğrenci soru sorarsa öğretmen coşar. Çünkü soru öğrencinin o konuyla ilgilendiğini ama çeşitli nedenlerle anlamakta zorluk çektiğini gösterir. Soru sorduğu için öğrenciyi azarlayan, kaçamak cevaplar veren öğretmen, değil öğretmen, nalbant bile olamaz.

Ben yaşadığı yerle ilgili sorulara verecek cevabı olmayanları çok zavallı buluyorum. Çünkü Allah’ın verdiği zekayı işletmiyor, çorak bırakıyorlar. Hergün önünden geçtiği dükkanı, sokakta karşılaştığı kediyi köpeği bilmeyen, yan komşusunu tanımayan insanın yaşamasıyla ölmüş olmasının bir farkı yoktur bence. Yaşıyorsa bile kör bir solucan gibi yaşıyordur. Ziya Paşa merhum bunlar için “Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim/ Gaflet ile kuyuyu görmez rehgüzerinde” der. Böylece gökyüzündeki yıldızlardan haber verip de yolunun üstündeki kuyuya düşenlere bir selam gönderir. Dahası da var: “Onlar ki laf ile verir dünyaya nizamat / Bin türlü teseyyüp (karışıklık) bulunur hanelerinde.”

Atalar, “Sormaz ki bilsin, bilmez ki sorsun” diyerek bilmek ile sormak arasındaki ilişkiyi çok güzel bir biçimde anlatırlar. Bu yazıyı sorularımdan rahatsız olanlar için yazdım. Dosdoğru bir hayat yaşayanlar, değil bizim sorularımızdan, Azrail'(AS)in sorularından bile korkmazlar. Ben şahidim. Yanlış yapanlar da değil başkasının sorularından kendi kendine sorduğu sorulardan bile korkar.

Soru sorarken benim bile bazen kendimi müfettiş zannettiğim oluyor. Ama dediğimiz gibi soruların cevabı hazırsa endişeye gerek yok.

İnsanoğlu soru sormaktan vazgeçtiği zaman fosilleşmeye de başlar ki onun yeri artık yerin altıdır. “Azıcık aşım, ağrısız başım” diyen insanlar artık gelecek endişesini bir yana atmıştır. Kendimiz için değilse bile eş dost, torun torba için soru sormaya devam etmeliyiz. Soru sormazsak bilmek istemediğimizi sanırlar. Soru sorarsak insanlar kafalarını kaldırıp daha uzaklara bakmaya başlar.

SOMSÖZ: SORU YOKSA, SORUN VARDIR.