Bir olayı, durumu, geleneği açıklamak isteyen ortak halk edebiyatı ürünlerine efsane denir. Efsanelerin kökeni insanlığın karanlık dönemlerine uzanır. Masal, destan, menkıbe, halk öyküsü gibi ortak halk edebiyatının öteki bütün öğelerinde ortak yan olağanüstü motifler içermeleridir. Menkıbe kişilere bağlanması ve dinsel öğeler taşımasıyla, destan kahramanlık öğelerinin öne çıkarılmasıyla, halk öyküleri de aşk motiflerini taşımasıyla ötekilerden ayrılır. Masallar ise dev, cin, peri gibi öğeler taşıması ve yalan olduğunun vurgulanması yani inanılmaması ile kendini belli eder. Ortak halk edebiyatı ürünlerinin arasında geçişim vardır. Bunun nedeni anlatan kişilerin her zaman profesyonel olmamasıdır. Dede Korkut öykülerine hem öykü hem destan denmesinin esprisi budur.
Bir de mitoloji var. Yunan edebiyatından ve Eski Anadolu uygarlıklarından kalan, kahramanları tanrılar ve yarı tanrılar olan anlatılara mitoloji denir. Bu tür anlatılar bizim geleneğimizde yoktur. Homeros’un İlyada ve Odysseia adlı destanlarında birçok durumu tanrı ve yarı tanrılara bağlayarak anlatan öyküler vardır. Anadolu’daki birçok olayı ve durumu Eski Anadolu Uygarlıklarına bağlarlar. Bu durum özellikle turizm amaçlı metinlerde görülmektedir. Öyle ki Türkler tarafından yazılan metinlerde bile yerel olayları Eski Anadolu uygarlıklarına bağlama gayreti vardır.
Bu bir çeşit kompleksin ürünüdür bizce. Gelen turistlere bir yerle ilgili bir Yunan efsanesi anlattınız diyelim. Bir daha, bir tane daha anlattınız. O turist ne düşünür? “Siz bin yıldır burada yaşıyorsunuz, ama burayı yurt tutmamışsınız. Tutsaydınız buranın dağı taşı, kurdu kuşu ile ilgili sizin de söylenceleriniz olurdu” diye düşünmez mi?
Ortak Halk edebiyatı ürünlerinde efsanelerin ayrı bir yeri vardır.
Efsaneler bir halkın o coğrafyaya nasıl baktığını göstermesi açısından çok önemli anlatılardır. Dağlar, pınarlar, ırmaklar, kayalar, gelenekler... Bunlara bir öykü düzülmesi halkın onları bildiğini, üzerinde düşündüğünü ve onlarda gelecek kuşaklara aktarılacak bir şeyler bulduğunu göstermesi açısından önemlidir. Aksi halde bu coğrafya üzerinde turist gibi yaşadığımız sanılacaktır. Tabii bunu yapacak olanlar, yazarlar ve aklı eren anlatıcılardır.
Yaşar Kemal’in “Üç Anadolu Efsanesi” ve “Ağrı Dağı Efsanesi” adlı kitapları yazarların onlardan nasıl yararlanacağını gösteren güzel örneklerdir. Yerel sitelerde yörelerle ilgili efsaneler anlatılmaktaysa da bu işi yapanlar profesyonel olmadıkları için anlatının kafasını gözünü yarmaktadırlar. Halk arasında efsaneler çoğu zaman kanava (iskelet) halindedir. Yazarlar, ağzı laf yapanlar o kanavanın üzerini süsleyip püsleyip, okunup dinlenebilecek bir hale getirmelidir. Bunu bir kişinin yapması da şart değildir. Aynı öykü birçok kişi tarafından birkaç kez anlatılabilir. Fıkralar herkes tarafından farklı anlatılan ve herkesin ağzında farklı tatlar kazanan ürünlerdir. Akıllı insanlar aynı fıkrayı farklı ağızlardan dinlemekten keyif alır. Akılsızlar ise siz daha fıkraya başlar başlamaz bildiğini göstermek için “Biliyorum, biliyorum” diye atılır.
Aynı durum bizdeki Türkü öykülerinde de var. Sözüyle ve ezgisiyle insanın ayağını yerden kesen bir türkünün öyküsüne bakıyorsunuz, üç beş cümle ile geçiştirilmiş. Hâlbuki o türküler hangi önemli olayların ürünüdür, hangi acının ya da sevdanın zirve yaptığı anda yakılmıştır kim bilir?
Antalya’nın değişik yöreleriyle ilgili söylenceleri Mustafa Tuncel tarafından “Beydağları Efsane Söyler” adı ile yazılıp yayınlandı. Ama o efsaneler de Antalya’daki geçmiş şehir devletlerine gönderme yaparak anlatıldığı için “Bu topraklar bizim değil; biz burada işgalciyiz” diye çığırıyor. Bize bu toprağın ilham verdiği, Türk kültürünü yansıtan öyküler lazım.
Mesleğimiz gereği birçok efsane okuduk. İçlerinde eksiği de tamı da vardı. Bu ülkeyi efsaneleriyle sevdik. Bu yurdu efsaneleriyle kutsal bildik. Çünkü efsaneler dağları, dereleri, kayaları, pınarları, ulu ağaçları okur üfler ve kutsallaştırır.
Ve bir şeyi kutsarsanız, saygı duyar ve seversiniz. Aksi halde sıradanlaşır.
SOMSÖZ: HERŞEY, EFSANEDİR.