Geçenlerde sipsiyi anlattık. Bu kez de kabak kemaneyi anlatmak istiyoruz. 
Her ulusun seslerini keyifle dinledikleri, sesini duydukları zaman coştukları çalgıları var. Bunu uluslardan yörelere, yörelerden oymaklara, oradan bireylere kadar indirgemek mümkün. Ulusal çalgımız bağlamadır. Ama Balkan ve Kafkas göçmenleri akordeon, Azeriler tar, Rizeliler tulum, Karadeniz uşakları kemençe, Doğu ve Güneydoğu Anadolu insanı davul ve zurna ile coşar. 
Bazı çalgılar bize dışarıdan gelir ve hem çalıcı hem de dinleyici bulur. Piyano, santur, buzuki, saksafon, darbuka, gitar, melodika, armonika, keman... gibi çalgılar başka ulusların çalgısı olup başka ulusların ezgilerinden keyif alanlarca yurdumuza getirilmiştir. Kimi dini müzikte, kimi hafif müzikte öne çıkar. 
Elbette başka halk çalgılarımız da vardır. Halk bunları kendi imkanlarıyla yapar ve çalar. Kendi imkanlarıyla derken “Bunların hepsi de cicili bicili, standart ürünler değil gönül eğlendiren çalgılardır” demek istiyoruz. Halk kesimi Teke yöresinde “dımıdan” denen tencere, tava türünden şeylerle de ritim tutup eğlenmiştir. Halkın hiçbir lüksü yoktur.  
Teke yöresinde sipsi kadar yaygın olan bir başka çalgı da kabak kemanedir. Yörede bağlamanın küçük olanı parmak cura ve kaval da çalınıyorsa da bu yörenin ezgilerini havalandıran çalgı, kabak kemanedir. 
Ankara Radyosunun Türk Halk Müziği Sanatçısı Arslan Akyol’un 2017 yılında Dergipark’ta çıkan yazısı bu çalgı hakkında epey ayrıntılı bilgi veriyor. Bizim düşüncelerimiz, bakarak ve duyarak elde ettiğimiz bilgilere, onunkiler ise derin araştırma ve uygulamalara dayanıyor. 
Kabak kemanenin ana malzemesi su kabağıdır. Eskiden telleri de at kuyruğundan ya da bağırsaktan yapılmış kiriş denen bir şeyden yapılırmış. Yayı da aynı biçimde at kuyruğunun veya yelesinin kıllarından yapılırmış. Göğsündeki deri gibi görünen parça da deri değil dana yüreğinin zarı imiş. Bu yüzden onun sesi yürekten gelirmiş ve insan sesine en yakın sesmiş. 
Kabak kemanenin bir standardı yoktur. İnternette önce iki telli olduğu, sonra üçüncü ve dördüncü teller eklenerek ses skalasının genişletildiği belirtilmiş. 
Yakın zamanlara kadar bir halk çalgısı olan kabak kemane, Türk Halk müziğine ilginin artmasıyla halk müziği orkestralarının vaz geçilmezi olmuş ve yetkin kişiler yetiştirmiştir. İlk sanatçıları 1970 yılında ortaya çıkmış ve 1981 yılında radyolar bu çalgıyı çalan kişileri istihdam etmeye ve orkestralarda kullandırmaya başlamış. Daha sonra üniversitelerde bu çalgının yapımı ve standardizasyonu ile ilgili çalışmalar başlıyor. 
Bizi bu konuda yazmaya yönelten şey, bu çalgının Teke yöresine özgü olması ve zamanla serpilip güzelleşen kişiler gibi ustaların elinde gittikçe güzelleşmesi, bir de yöre ezgilerini en güzel biçimde seslendirmesidir. Yani kabak kemane, parmak cura ve üç telli bağlama gibi çalındıkça güzelleşmektedir. Bazı eşyalar kullanıldıkça eskiyecek yerde parlaklığı artar ve güzelleşir. Kabak kemane de öyle. 
Halk denilen büyük usta kamıştan, deriden, ağaçtan ve kabaktan yani elinde olan malzemelerden yararlanarak kendini eğlendirecek şeyler yapar. Nefesli çalgılardan kaval, düdük, mey, zurna; vurmalı çalgılardan davul, delbek, zil gibi ritm çalgıları; tellilerden bağlama,  kemençe, kabak kemane, tar gibi çalgıların ilk biçimleri ilkel eşyalar olmalıdır. İnsanlar zamanla birikimlerini birleştirerek, standartlar geliştirerek bu çalgıları hem çeşitlendirmiş, hem de daha kullanışlı hale getirmişler. 
Nasıl Veysel sazının “sesini sesine katmış,” onu “bebe gibi kollarında yaylatmışsa” Teke insanı da kabak kemaneyi gönlünün ortasına yerleştirmiş, herkese ondan birer avuç ezgi ikram etmiştir.
Youtube’da Mehmet Nazlı adlı Serikli bir abdalın videosu var. Kemanla Tokat Yaylası ve Sarı Yaylam türkülerini çalıp söylüyor. Onun kabak kemanedeki yeteneğini de görebilseydik,  derdik ki bu ikili harika bir ikili olmuş. Anlatmak yetmez, dinleyip görmek gerek.
SOMSÖZ: KABAK KEMANE, ANADOLU’NUN GÖNLÜDÜR.