BUNLARI DA KONUŞALIM MI?

Aslında konuşacak çok şey var. Bunlar bizim için lüks şeyler de değildir. Başımızı kaldırıp şöyle bir iki yanımıza bakmamız, havayı derin derin içimize çekmemiz ve sesleri dinlememiz yeter de artar bile. Böylece hayatın harala gürelesinde neleri ıskaladığımızı daha iyi anlarız.

Hatta kendi içimizde bir yolculuğa çıkmamız da lazım ara sıra. Müzik dinleyerek, kuş, ağaç, çiçek ve insan fotoğraflarına bakarak, sevdiğimiz kitapları şöyle bir daha perdah geçerek… Ya da dağlara, denize, aya,  yıldızlara bakarak… Her şeyden uzak, arkadaşlardan, eşten, çocuklardan, aynalardan bile… Böylesi bize tazelenme ve muhasebe yapma fırsatı verecektir. Kafamız boşalacak, ruhumuz aydınlanacak, üstümüze abanan ağırlıklar yok olacaktır.

Ben bir şiir buldum. Ali İzzet Özkan bu şiirinde dağlara sesleniyor: “Nakışlanır bugün dört yanın dağlar” diyor.

“Ak çiçekler domur domur göz verir
Sallandıkça birbirine söz verir,
Gökler yere nenni çalar naz verir,
Ala şafak söktü uyanın dağlar!”
diyor.

Ağaçlar burçlanır ağ çiçekleri,
Burcu burcu kokar bağ çiçekleri,
Efil efil eser dağ çiçekleri
Yel vurdukça mavi rayhanın dağlar!

Sarnıç’a giden yola oturup dört bir yanıma bakıyorum. Ta karşıda Finike’den itibaren dağlar, dağlar, dağlar… Ta uzakta Akdağlar. Başında yaylalar: Oluklu, Gücüzen, Kırkpınar, Akpınar, Kerimkuyusu, Göllü, Karagöl, Eren, Maysıra, Akınca, Tozlu… Dağları seven bu yurdu sevmeyebilir mi? Bu yurdu seven insanını, güneşini, yıldızını sevemez mi?

Biz okullarda edebiyatı “YKS sınavında Türkçe sorularından bir tane fazla çözebilir miyiz” diye okuduk. Öyle bencil, öyle körüz ki. Edebiyat aslında bizi günün ve çevrenin katı gerçeklerinden uzaklaştıran, içimizi sevinçle dolduran şeylerdir. Edebiyat bizi güzele ve güzel olmaya çağıran şeydir. Bir çam ağacının pürlerinde esen rüzgardır. Tepeden tırnağa çiçek açmış bir ağaçtır. Ta uzaklardan gelen bir balta sesidir. Kendi başına bir şeyler mırıldanan bir çeşmedir. Nergis kokusudur. Edebiyat biraz da bunun için okunur.  

SOMSÖZ: HER ŞEYİ KONUŞALIM.