GOYGOYCULAR
Goygoyculuk, herkesin ağzına bir parmak bal çalmaktır. Her ne kadar eskiden merasimlere katılan ve nereden bir rüzgar eserse hemen ona doğru dönen ve onu övmeye başlayan bazı kişilerin mesleği ise de kimseyi kırmadan yaşamını sürdürenler için söylenir.
Bir ulusta iki kesim goygoycu olur. Bir siyasetçi, iki esnaf. Aradaki vatandaşların keyfine kalmıştır: İster goygoycu olur, ister doğrucu.
Siyasetçi karnından konuşur. Onun için “Siyasetçi, evet derse belki demektir; belki derse hayır demektir; hayır derse asla demektir; asla derse siyasetçi değildir” denir.
Toplumda “Siyasetçi teklifleri sigara paketinin üstüne yazar, giderken de çöpe atar” denir. Doğrudur. Hele bizde siyasetçinin alttan gelen tekliflere değil, üstten gelen emirlere saygı duyduğu su götürmez bir gerçektir. İnsanlar dert küpüyse, srekli şikayet edip salya sümük ağlıyorlarsa siyasetçi ne yapsın? Bir de her şeyi devletten bekleme merakı var halkımızda. Birşeye ihtiyaç varsa vatandaş önden buyursa devlet de el uzatabilir. Ama kardeşimin zamanı da var, parası da ama evin önüne köprüyü devlet yapacak. Okulun kırılan camlarını devlet onartacak. Sokağın ve okul bahçesinin ağaçlandırılmasını devlet yapacak. Vatandaşım devletin evinin önüne yıktığı bir traktör kumu çakılı “domuzdan koparılmış kıl” sayıyor. Siyasetçi buna ne yapsın? Evinin çevresini çöplüğe çeviriyor, onunla iç içe yaşıyor, “Yav şu çevreye karşı azıcık duyarlı olun” dediniz mi, “Belediyenin işi ne? Temizlesin...” deyiveriyor.
Bir söz vardır: “Keçinin sumağa ettiğini, sumak da keçiye eder”miş. Bilmeyenler için söyleyelim: Keçi sumağı çok sever. Mevsiminde yaprağını ve meyvesini sömürürcesine yer. Bu çalıyı adeta kötürüm eder. Köylü kısmı keçinin derisini işlerken sumak atarak deriyi pişirir ve kıllarını öyle yolar. Hem de tek tek yolarcasına. Sözü getirmek istediğimiz yer yurdum insanı devletten elde ettiği her beleşi kar sayıp cebe atıyor. Sonra da devlet onu yurdum insanının burnundan fitil fitil getiriyor. “Nasıl getiriyormuş?” diye soranlara vereceğimiz cevap açıktır: Hizmet üretmeyerek getiriyor, “Bugün git yarın gel” diyerek getiriyor, istekleri cigara paketine yazarak ve sümenaltı ederek getiriyor.
Devlet “Vatandaş un çuvalı gibidir; vurdukça tozar” diye düşünüyor. Değilse vatandaşın 10 bin lira ile bir ay geçinebileceğini sanır mıydı?
Esnaf için ise “Alışveriş sırdır” diye bir kaçış kapısı vardır. Yani esnaf çarkı döndürmek için kazanmak zorunda. Ama bunu yaparken müşteriyi kırmamak gerekir. Hatta daha önemlisi işyerine bağlamak gerek. Bunun için esnaf, “ağız yapar.” Başkasına on da, sana sekiz. Sen benim devamlı müşterimsin. Hadi senden de bu seferlik kazanmayalım...” gibi yıkama yağlamalarla yapar bunu. Esnaf kazanamazsa/ kazanmazsa/ kazanmasa çark döner mi? Dönmez.
“Pazarda fiyatlar pahalı” diyoruz. “Tarlada bir lira pazarda 20 lira...” diyoruz. Ama pazarda sebze meyve alırken, mıncıklaya mıncıklaya kasanın yarısını ıskartaya çıkarıyoruz. Sebze ve meyveyi bol bol alıyoruz, bir kısmını çöpe döküyoruz. Pazar pahalıysa akşama tezgahlar neden boşalıyor? Demekki genç kızlar gibi “Hem ağlayıp hem gidiyoruz.
Sen devleti düşünmezsen devlet seni neden düşünsün? Sen esnafı düşünmezsen esnaf seni neden düşünsün?
Goygoyculuktan uzak durması gereken tek kitle aydınlardır. Onlar ne vatandaşın ne de üstlerinin ya da yöneticilerin nabzına göre şerbet verecek kişiler değildir. Onlar tek başlarına kalsalar bile doğru bildiklerini söylemekten çekinmez. Çekinirse ne olur? Yazar, şair, öğretmen, avukat, amir, bürokrat olur; ama aydın olmaz. Ozanı yazanı da aydın sayıyoruz. Aydınlık okumuş, üniversite bitirmiş kişilerin tekelinde değildir. Aydınlığın alamet-i farikası düşündüklerini kimseye eğilip bükülmeden yüksek sesle dile getirmektir.
Şimdi gelelim benim buradaki duruşuma... Ağzı karalar benim bir nalına bir mıhına vurduğumu söyleyecektir. Öyle ya... Ya siyasetçinin kılıcını çalacak, vatandaşın tozunu çırpacaksınız, ya da vatandaştan yana çıkıp siyasetçiye söveceksiniz. Çoğu kişi ya siyasetçinin kılıcını çalar, el etek öper ve siyasetçinin verdiği koltuğu, arabayı, çifte kavrulmuş maaşları hakkettiğini düşünür. Bazıları da vatandaşın gazını alır, alkışı kapar. Benim gibi arada kalanlar pek çok değildir. Ne İsa’ya yaranırlar, ne Musa’ya... Ama bu ülkenin siyasetçisi yalancılıkla, esnafı kazıkçılıkla, aydını omurgasız olmakla suçlanıyorsa bunun nedeni üzerinde kafa yormak gerekmez mi?
Ben yordum yoruldum, ortaya bunlar çıktı.
SOMSÖZ: DARISI SİZİN BAŞINIZA!...