Şarkıcılar şarkı söylerken, çalgıcılar müzik yaparken elleriyle, ayaklarıyla, bazen de bütün bedenleriyle ritim tutuyor. Sadece o kadar mı? Değil. Sahne düzenleyiciler sahnede ışıklarla şarkının ritmine ortak oluyor.
Sadece sahne sanatlarında değil roman, öykü, masal gibi edebi türlerde ve düşünce yazılarında da bir ritim olduğunu bilenler bilir. Bir törende belli bir olay gereğinden çok uzatılırsa akış bozulur, izleyenin dikkati dağılır. Bırakınız izleyiciyi oyuncular bile gereksiz yere uzatılmış bir sahneyi çekilmez yük kabul eder.
Sporda da aynı şey yok mudur? Güreşçiler meydanda güreşmezler de döner dururlarsa o sporda sonuca gidilebilir mi? Belki son zamanlarda olduğu gibi sayı ile galip olunabilir, ama spordan beklenen keyfi vermez. Seyirlik oyunların en ağa babası olan illüzyon gösterileri bile tekrar tekrar gösterilmeye başlandı mı tüm büyüsünü yitiriverir.
Bunun nedeni tüm evren gibi yaşamın da bir ritminin olmasıdır bence. Bu ritmi kavramayan uygulamacılar sahneden çekilip taş kırmaya gitmelidir. Birçok oyunda büyük büyük hareketler, bedenin her yanını oynatan figürler varken bazı oyunlarda sadece el veya omuz hareketleri var. Elazığ’ın Dik Halayı’nda neredeyse hiçbir hareket yok. Sadece halaybaşı mendil sallıyor. Sözgelimi Karadeniz oyunlarında bedenin üst kısmı pek oynatılmaz. Ama oyundur. İnsanları doyuma ulaştırıyor.
Konumuz sanatta görsel ve işitsel öğelerin çoğunlukla at başı gitmesidir. Sesler, görselleri, görseller de sesleri tamamlamakta ve zenginleştirmektedir. Müziksiz film veya oyunsuz müzik eksik kalıyor. Bu yüzden sessiz sinema zamanında bir piyano film gösterisine eşlik edermiş.
Folklor gösterilerinde dans, müzik ve kıyafet tam bir uyum içinde sergileniyor. O oyunlarda sadece çalgılarla değil, kaşıklarla, ayak vuruşları ve el çırpmalarla da ezgi zenginleştiriliyor.
Ve insanlar şu ya da bu biçimde ritme ayak uydurmakla bir doyuma ulaşıyorlar.
Ritm en küçük parçalardan evrenin öteki ucuna kadar her yerde.
SOMSÖZ: HAYATIN RİTMİNİ DUYMAK VE AYAK UYDURMAK LAZIM.