ANADOLU İNSANI

TRT Belgesel kanalında Anadolu İnsanı adlı bir program izledim. Programda Anadolu’nun değişik yörelerinden insan manzaraları sergileniyordu.

Ege’den biri dağları geziyor, çeşmelerin patlamış borularını onarıyor, havuzlarını temizliyordu. Çeşmelerin  havuzları toprakla, yaprakla veya yosunla doluyor, hayvanlar rahat içemiyordu. Onları temizliyor, pirüpak yapıyordu. Dağlarda su başlarına meyve ağaçları da dikiyormuş. Kurt kuş, çoban çoluk yesin diye. Biz bunları unutalı çok oldu. Adamın yaşı ilerlemiş. “Acaba benim çocuklarımdan da gelip bu çeşmelerin yalaklarını temizlerler mi?” diye soruyor, “Temizlerlerse ben yaşarım, temizlemezlerse o zaman ölürüm” diyordu.

Dağlarda yabani ağaçları aşılayan, sulara bakan kalmadı. Günümüz insanı akçesiz işlere pek itibar etmiyor. Orada deyici (spiker) bir söz daha söyledi: “Geçmişe bakarsak gelecekte nasıl mutlu olacağımızı da öğrenebiliriz” dedi. Geçmişte atalarımız güzel şeyler yapmıştı. Tabii yapmadıkları da var. Ama biz yaptıklarını yaparak mutluluğa bir adım yaklaşabiliriz. Sözgelimi buradan Dereköy’e giderken çeşme başlarında köşkler var. Bazılarının öksüzler gibi boynu bükük.  Onları ihya etmek mümkün. Dağ başlarında suyu kurumuş, yalağı bozulmuş çeşmelerimiz var. Birilerinin onlara el atıp kurt kuş içsin diye onarması gerekiyor. Dağ başlarında  üzüm omcaları var. Çam ya da çınar ağacına tırmanmış, ama yoz. Birilerinin onları diriltmesi, aşılaması gerekiyor. 

Bazı ağaçlar çok arsızdır. Su kokusu olan bir yere bir nar, ya da asma dikilse, incir dut dikilse,  zeytin dikilse çoğuna bakmaya bile gerek yok. Birilerinin bu işi iş edinmesi lazım.  Dağdaki alıçlar, dağ erikleri, çörtük armutları aşılanıverse yöremiz için ne büyük bir hizmet olur.  Ama bizde kendiliğinden harekete geçme alışkanlığı pek yok. İlle de birileri kolumuzdan çekip götürecek.

Kula’da bir kadın yanardağ lavlarının püskürdüğü taşlardan değişik ürünler yapıyor. Takılar, mumluklar falan. Yolda görseniz bir lira vermeyeceğiniz bir taş parçası insan eli değdikten sonra yüz liraya alıcı buluyor.  Bu ne büyük bir zenginliktir bilene. Aynı şey ağaç için de geçerli değil mi? Bir ağaç parçasını insan alıyor, güzelce işliyor ve onun değeri bire yüz bire bin artıyor. Demir için de aynı. Bir yay parçasını alıyor kişi ve ondan öyle bir bıçak yapıyor ki gözümüzü kırpmadan 500 lirayı veriyoruz.

Şikayet etmeyi pek sevmiyorum. Ama oradaki doğulu bir adamın, “Herşey bir şeydir; cahillik hiçbir şeydir” sözünü unutmuyorum. Bugün Gödene’deki ve Ulupınar’daki soğuk sular eskiden beri akar durur. Ama orada alabalık yetiştirip hem para kazanmak, hem de oraya gelen insanların su sesleri ve yayla serinliğinde damak bayramı yaşatmak daha dünkü olay.  Yani biz binlerce liranın üzerinde habersizce geziniyoruz. Gençlerimiz 6  ay turizm sezonunda çalışıyor, sonra da yarı aç yarı tok yaşamaya çalışıyor. Hiçbir gencimizde “Elimdeki malzemeyi değerlendirerek nasıl daha iyi bir dünya kurabilirim” diye bir düşünce yok.  Herkes “Başkası bir iş kursun, bana da ekmek çıksın” diye düşünüyor.  

Son 40 yılda emekli sayısı iyice arttı. Devlet önüne geleni emekli yaptı. Son EYT’lilerin de emekli olması ile bu sayı biraz daha kabardı. Öte yandan emekliler açlık sınırının çok altında bir ücretle yaşamaya çalışıyor. Emeklilerin işi Ponzi oyununa benziyor. Bizde “El ele” diye bir oyun vardı Ponzi oyununa benzeyen. Önce oyuna katılanlar kazanır, sonra katılanlar ise ütülür de ütülür bu oyunda. Bizim emekliler de böyle. Bir ülkede her çalışan bir emekli beslerse olacağı budur.

Yazı  FAZLA uzamasın!

SOMSÖZ: BİLMEM ANLATABİLDİM Mİ?