2023 yılı UNESCO tarafından Aşık Veysel yılı ilan edildi. Bu yıl büyük ustanın ölümünün 50 yılı.

Bu yıldönümlerinin düşünce ve sanat adamlarımızın kimliğine yakından bir kez daha bakmak, onu çağın ışığında bir kez daha yorumlamak için fırsat bağışladığını bilmeliyiz. Kişi düşünce adamıysa düşüncelerinin, sanat adamıysa eserlerinin, siyaset adamıysa yaptıklarının bir kez daha gözden geçirilmesi hepimiz için bir borçtur.

Böyle yıldönümleri sağken değeri bilinmeyen kişiliklerimizin değerlerini ortaya çıkarmak için de bire birdir. Bizde insanların değeri sağken bilinmez. Birçok yazar, ozan, gazeteci, bilim ve sanat adamı sağlığında devlet takibinden yakalarını kurtaramaz, ama öldükten sonra okullara, caddelere, kurumlara adı verilir.

Gerçi Aşık Veysel usta sağlığında değeri bilinmiş bir kişiliktir. Ama bizde ileri gidenlerin burnuna, geride kalanların sırtına vurulmuştur.

Bir toplumda kişilerin değeri, toplumun ona yüklediği değer kadardır. Bence bu değer de azalır, çoğalır. Son zamanlarda İslamcı şair ve yazarların adları birçok yere verilmiştir. Bu durum onların toplumsal kültürümüzdeki görünürlüğünü arttırmıştır. Onlarla ilgili yayınlar, incelemeler çoğalmış, konuşmalar yapılmıştır.

Gençlik yıllarımızda solcu yazar ve sanatçılara karşı bir rezerv vardı. Yani onları okumak, dinlemek, onlardan söz etmek yasaktı. Sağcılar da solcular da kendi gettolarında kendi gazetelerini, kendi yazarlarını okur, kendi müziklerini dinlerlerdi. Tabii İslamcı kesim için de aynı durum söz konusuydu. Devlet ise bütün şair, yazar, düşünce adamı ve sanatçıya mesafeli davranır, haklarında şikâyet olursa teftiş mekanizmasını harekete geçirir ve gerekirse canına okurdu.

Bu durum ne şairleri yazmaktan, ne de sanatçıları beste ve film yapmaktan alıkoymuştu. Ama onların geniş kitlelere ulaşmasına, halkla buluşmasına engel oluyordu.

Kendi adıma üniversitede iken Aziz Nesin’i, Yaşar Kemal’i, Kemal Tahir’i inceleyip tartışmamış olmayı büyük bir eksiklik olarak görüyorum. Tabii Ahmet Kaya’yı, Ruhi Su’yu, Mahzuni Şerif’i dinleyip tartışmamış olmayı da. Bu kişiler elbette zamanında okunmuş, dinlenmiş, tartışılmıştı. Ama bir kısım bunları dinlerken öteki kısım yadsıyordu. Bunları dinleyenlerin de yadsıdığı, yok saydığı düşünce ve sanat adamları vardı. Arif Nihat Asya, Ozan Arif, Peyami Safa, Emine Işınsu, Cemil Meriç, Mehmet Kaplan gibi…

Sonuç ne oldu biliyor musunuz? Elimizde bir avuç devlet sanatçısı kaldı. Devlet Yunus Emre’yi, Mehmet Akif’i, Süleyman Nazif’i, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Cahit Sıtkı’yı sanatçı kabul ediyor, eserlerini okul kitaplarına alıyor öteki çağdaş sanatçıların kitaplarını okul kütüphanelerine bile sokmuyordu. Bir Ümit Yaşar’ı, bir Ayla Kutlu’yu, bir Gülten Dayıoğlu’nu kamusal alanda göremiyorduk.

Bugün geldiğim noktada Türk kültürüne ve sanatına katkı yapan herkesin baş tacı edilmesini istiyorum. İster kadın ister erkek, ister Kürt ister Ermeni, İster zenci ister beyaz… Sadece bu kadar değil, ister kaval çalsın, ister karakalem resim yapsın, ister dans etsin, ister spor yapsın… Dahası duvar yazısı yazan kişiler bile benim için makbuldür.

Güzel yurdumda herkes, her şey, dilediğince yazsın, okusun, dinlesin, üretsin… Yaşasın…

SOMSÖZ: YAŞASIN, YAŞATILSIN… KONUŞSUN, KONUŞULSUN…