Gençliğimde okulumuzun yaşlı coğrafya öğretmenine sormuştum: “Hava tahminleri kimin işine yarıyor ki?” cevap kısa ve netti: Herkesin.
Dikkatimi çeken meteorolojinin ülkedeki hava durumu ile ilgili ayrıntılı bilgiler vermesi, hatta bir de radyo yayın istasyonu kurmasıydı. Sıcaklık kaç derece olacak? Nem durumu ne olacak? Rüzgâr hangi yönden kaç şiddetinde esecek? Denizlerde dalga boyu ne olacak?...
O zamanlarda bu bilgiler benim için hiç de önemli değildi. Bilmiyordum ki yola çıkacak olanlar, çiftçiler, oduncular, inşaatçılar, balıkçılar hep bu haberlere kulak kabartır, yarın ne yapacaklarına bu haberlere göre karar verirler. Hatta kadınlar bile… Çamaşır yıkayacaklarında…
Hava bizi sımsıkı kuşatan ve günlük hayatımızı yakından etkileyen bir varlık. Çağdaş insan şemsiyeyi, klimalı arabaları, içine soğuk ve sıcağın sızmadığı yalıtımlı binaları icat etmiş. Ama doğanın dünyaya söyleyeceklerine engel olamamıştır. Onun için doğa ile iyi geçinmenin çarelerini arayıp duruyor.
Rüzgâr eserse deniz dalgalı olabilir, yağmur yağarsa sel ve heyelan olabilir, kar yağarsa çığ düşebilir. Hava soğuk olursa sebzeler donabilir, sıcak olursa güneş vurabilir.
Doğa ile sürekli itişip kakışan, onu öfkelendirip sakinleştiren de havadır. Deprem, sel, kuraklık, heyelan ve obruklarla uğraştığımız bugünlerde bunlar bizim kulağımıza küpe olmalıdır.
Havanın güzel olması da göreceli bir şey. Nasrettin Hoca Merhumun deyişiyle hava yağarsa çiftçinin, yağmazsa kerpiç ustasının yüzü güler. Ama mevsiminde tatlı tatlı yağarsa, mevsiminde de güneş açar ortalığı ısıtırsa tadından yenmez.
Artık bir zamanlar reklamlarda söylendiği gibi “havalar nasıl olursa olsun, bizim havamız güzel” olmuyor. Ülkenin öteki ucundaki kuraklık da sel de bizi vuruyor, moralimizi bozuyor. Çünkü artık eskisi gibi kendimiz pişirip kendimiz yemiyoruz. Yağımız şuradan gelecek, bulgurumuz buradan. Öteden patatesimiz, beriden soğanımız. Herkesin havasının iyi olması lazım.
SOMSÖZ: AYNEN...