Hep şarkılarda şiirlerde duydum adını. Boğaza ve İstanbul'la üsten bakışınla biraz da kibir var sanki içinde, hafiften gizlenen. Nasıl olmasındı ki... Yüzyıllardır tarihe şahitlik etmek kime nasip olur. Savaşlara, barışlara, saltanatlara, yenilgilere, aşklara, sevdalara ve hatta ayrılıklara şahitlik etmek... Kim bilir kaç gözyaşı var görkemli duvarlarının kuytusunda... Kaç veda var yüreğini oracıkta bırakmış... Kaç kavuşma var kim bilir, kolların hasretle birbirine dolandığı... Ya da kaç hayale eşlik etti kim bilir, geleceğe dair ümitle kurulan taş olsa da soğuk olmayan, insanın ruhunu ısıtan dost canlısı duvarların...

Ne söylesem az gelir anlatmaya seni. Çünkü hep merkezindesindir sohbetlerin, sözlerin.

“Galata Kulesi'ni gören caddeden aşağı inince sağa döneceksin...”

“Galata Kulesi’nde buluşalım...”

“Galata Kulesi’nin hemen üst caddesinde...

Evet... Özel olmak işte böyle bir şey. Sözleri, şarkıları, şiirleri süslediği gibi İstanbul’u da süslemek, zarif bir kadının narin parmaklarında duran kıymetli tektaş bir pırlanta gibi.

Bunlar benim seni görmeden önceki duygu ve düşüncelerimdi.

Merak ettim tarihe şahitlik eden serüvenini. Önce tanımalıyım dedim adına düşülen notlardan seni, sonra tanışmalıyım yüz yüze.  

Ve biraz karıştırdım tozlu sayfaları. Karşıma çıkan İstanbul serüvenin işte şu şekilde:

Galata Kulesi ilk olarak Bizans İmparatoru Justinianos tarafından MS 507-508 yılında inşa edilmiştir. Günümüzdeki kuleyi 1348 - 49 yılında Cenevizliler yeniden inşa etmiştir. Kule 1445 - 46 yılları arasında yükseltilmiştir. 1500'lü yıllarda depremden zarar görerek, Mimar Murad bin Hayreddin tarafından onarılmıştır. III. Selim döneminde kule onarıldıktan sonra, kulenin üst katına bir cumba eklenir. 1831'de kule bir yangın daha geçirir, II. Mahmut kulenin üzerine iki kat daha çıkar ve külah biçiminde olan ünlü dam örtüsüyle kulenin tepesi kapatılır. Girişteki kitabede 16 mısralık methiye II. Mahmut döneminde yapıldığı için onun adına yazıldığı düşünülmektedir.

 Yapı son olarak 1967'de onarım görmüştür.

Hezarfen Ahmed Çelebi, dünyada ilk kez uçmayı başaran Türk bilginidir. 17. yüzyılda yaşadığı, 1623-1640 yılları arasında saltanat süren Sultan 4. Murad zamanında, uçma tasarısını gerçekleştirdiği ve geniş bilgisinden ötürü halk arasında Hezarfen olarak anıldığı bilinmektedir.

Hezarfen Ahmed Çelebi, Evinde deneylerle uğraşıp, çeşitli konularda araştırmalar yapan Hezârfen Ahmed Çelebi İsmail Cevheri adlı bir başka Türk bilginini örnek alarak, bugünkü hava taşıtlarının ilkel şeklini gerçekleştirmişti. Kuşların uçuşunu inceleyerek tarihi uçuşundan önce hazırladığı tahtadan kanatlarının dayanıklılık derecesini ölçmek için, Okmeydanı’nda deneyler yapmış ve bir sabah kıyılarda biriken İstanbul halkının gözleri önünde, Galata Kulesi'nden kendisini boşluğa bırakarak, kanatlarını hareket ettirerek boğazı aşmış ve Üsküdar'ın Doğancılar semtine inmiştir.

Galata Kulesi'nin bir efsanesi var, üstelik o kadar romantik ki… Efsaneye göre Galata Kulesi ile Kız Kulesi birbirine aşıktır ama aralarında bulunan İstanbul Boğazı, sevgililerin kavuşmasını engellemektedir. Galata Kulesi aşkını yıllarca mektuplara yazar ve Kız Kulesi'ne olan hasretini kelimelere döker. Hezarfen Ahmet Çelebi de uçma hayalini gerçekleştirmek için buraya çıktığında, Galata Kulesi onun kulağına Kız Kulesi'ne olan aşkını fısıldar ve mektupları ona verir. İstanbul'un üflediği rüzgarı arkasına alan Hezarfen, mektupları Kız Kulesi'ne ulaştırır. Aşkının platonik olmadığını anlayan Kız Kulesi, sevinçten havaya uçar. Bu iki aşığın birbirlerine duydukları bu derin duygular onların yüzyıllara meydan okumasına yardımcı olmuş, İstanbul'un en güzel manzarasını oluşturmuşlardır.

Evet.

Seni tanıyıp görüp de hayran kalmamak mümkün mü...

Hele o seyir terasına çıkıp, boğazı seyrederken Kız Kulesi’ne olan aşkını hisseder gibi oluyor insan, yüzünü okşayan serin boğaz rüzgarıyla birlikte... Zarif merdivenlerinden inerken ömrün uzun olsun demek geldi içimden. Daha nice yüzyıllar göresin.