Gelincik ismi gerçekten kelimenin de çağrıştırdığı gibi halk ağzındaki küçük gelin anlamındadır. Eski Türk gelinlerinin kırmızı gelinlik giymesi ve onların güzelliği, bu narin çiçeğin güzelliğine benzetilmiştir. Küçük yaşta ailesinden ayrılıp da kendi ailesini kuran, küçük ve güzel kalbine dünyaları sığdıran gelincikler, topraklarından ayrıldıklarında bambaşka kişiler olurlar elbette. Onların kırmızı kıyafetleri, kırmızı yanakları ve bir gelinciği andıran zarif güzellikleri tıpkı bir gelincik gibidir. WİKİPEDİ’den
Cancağızım!
Bu gelincik, güzel mi güzel bir kız çocuğuymuş. Güzel de kokarmış ha! Doğayı çok severmiş. Bahçelerde ağaçların altında, tarlalarda papatyalar arasında, dağ yamaçlarında olmadık yerlerde dolaşır ve gülümsemeyi hiç ihmal etmezmiş. Kan kırmızısı dudaklarıyla hayata hep gülümsermiş bu hanım kız. Onun gülüşlerini yanlış anlayan çirkin ve yaşlı bir adam bir yerde kıstırıp ona sahip olmuş.
Kız bu duruma çok üzülüp yerin altına girmiş. Girmiş ama hayat da bir yandan devam ediyormuş. Bahar gelip havalar ısınınca tekrar eski dertleri depreşmiş. Utana sıkıla tekrar yeryüzüne çıkmış. Çıkmış ama bu sefer hamileymiş. Karnı gittikçe şişiyormuş.
Bir süre sonra o yuvarlak karından kan kırmızı dudaklar kendini göstermiş. Cemre toprağa da düşünce gelincik al yanaklı, bal dudaklı bir kız çocuğu doğurmuş. Her gelincik birkaç yavru doğurarak bahçeleri ve kırları süslemiş. Yavrular da anneleri gibi güzel mi güzel ve cilveliymiş. Yel estikçe dağları ve ovaları çın çın çınlatırlarmış kahkahalarıyla. Gel gelelim bu güzel kızların içlerinde dört yapraklı siyah bir nokta varmış. Bu nokra onlara babalarının çirkin yüzünden kalmış. Artık anneleri gibi saf ve çocukça da kokmuyorlarmış.
Hepsi de uzun boylu, ince belliymiş. Yerlerini değiştiremiyorlarmış ama öyle bir işveli cilveli halleri varmış ki herkes onları uzaktan tanıyormuş.
Arılar ve güzel çirkin öteki böcekler onları ziyaret ediyorlarmış. Her gelincik karnının içinde iri bir tohum taşıyor, yaza doğru o tohumla birlikte toprağa giriyormuş.
Gelincik çiçeğini üstünden koparırsınız. Altına kürdan gibi incecik bir çöp geçirirsiniz. Kırmızı yapraklarını aşağıya doğru sıvazladınız mı olur siz bir gelincik. Kırmızı yapraklar onun kırmızı elbisesidir. İçindeki tohum başı, taktığınız kürdan da boyu posudur. Çok eskiden kırlarda dolaşan çocuklar gelinciklerden gelinler yapar, onlarla oyun oynarlardı. Onların öyküsünü bilmezlerdi elbet. Ama o çiçeğin biçimi üzerine binlerce öykü düzülecek kadar özeldi.
Çevremizde de yok mudur böyle güzel, yemeyi içmeyi, oturmayı kalkmayı bilen, güzel giyinen ama kötü talihli kızlar? Var. Hem de çok. Eski öykülerde böyle gafil avlanıp düşmüş, sonra da o hayattan kurtulmak için debelenip durmuş nice kişi vardır. Onlara “kader kurbanı” denir. İşte halk denen büyük usta, gelinciğe “gelin” derken onun güzelliğini, sonuna gelen “cik” ekiyle de ona karşı olan “acıma, esirgeme, bağışlama...” gibi duygularını anlatmak ister.
SOMSÖZ: SİZCE DE ÖYLE DEĞİL Mİ?