Çoğu kişinin çevrelerindeki tanıdıklarını kolayca harcayıverdiklerini görüyoruz. Halbuki eskiler, “İnsan biriktirmek gerekir” derler.

İnsan biriktirmek…. Aslında çok da zor değil. Sadece uyanık bir zekâ ve yardımsever biri olmak yeter. Okul sıralarında, işyerlerinde, oturduğumuz mahallede, yaşadığımız kentte bize kalbini ve kafasını açacak birçok kişi bulabiliriz.

İnsanların son zamanlardaki yalnızlaşmasını teknolojik gelişmelere bağlayanlar var. Doğru. Teknoloji bazen, değil bir kişiyi, bir kuşağı bile memnun (ve meşgul) edecek kadar zengin bir dünya sunuyor bize. Ama biz insanı yitirmemeliyiz. İnsanı yitirirsek hiçbir zenginliğin bizi doyuramayacağının farkında mıyız? Hangi teknoloji bize insanın sıcaklığını ve zenginliğini sunabilir? Televizyon, bilgisayar, telefon, tablet, oyun konsolları… Bunların cebimize, hatta yatağımıza, girmiş modelleri…

Son zamanlarda geçmişimizdeki insanlarla birlikte belleğimizin de bulanıklaştığının farkında mıyız? Bize 5 yıl emek veren ilk okul öğretmenimizin adını unutmuşuz. Ortaokul ve lisede bizim ayaklarımızı yerden kesen hiçbir ders, hiçbir öğretmen olmamış. Sınıf arkadaşlarımızın hiçbirini anımsamıyoruz. Tıpkı hormonlu gıdalar gibi olmuşuz. Ya da fabrika ürünü ürünler gibi. Belki giyim kuşamımız yerinde, altımızda arabamız var. Elimizde son model teknoloji… Yabancı dil de biliyoruz. Entelektüel olmak için her şeyimiz hazır. Gel gelelim ne tadımız var, ne kokumuz. Kafamızın dışı pırıl pırıl, içi boş. Yüreğimiz kıpır kıpır, içinde ise sadece kendimiz varız. Orada ne doğa sevgisi, ne yurt sevgisi, ne de karşı cinse duyulan ulvi bir aşk var.

İçimizde hiç kimseye muhtaç olmamanın verdiği bir minnetsizlik. Halbuki minnet duygusunun da bir rengi, tadı ve kokusu vardır. Anamıza babamıza, nenemize dedemize, bize sabah erkenden sıcacık ekmek çıkaran fırıncıya, geceleyin kalkıp sabaha kadar sokaklarımızı pırıl pırıl eden çöpçüye minnet ne kadar kutsalsa ve insani ise hiç kimseye minnet duymamak, “sen sensin, ben de ben” diye düşünmek de o kadar nobranlık ve bencillik değil midir?

Hangi kentin hangi mahallesinde doğup büyüdüğümüzün de önemi yok. Türkiye’nin hiçbir kenti bizim için vatan değil. Oraya çok özel anılarla bağlanmış değiliz. Kendi ülkemizin sadece turistik yerlerini seviyoruz. Onu da internetten öğrendiğimiz için. Kendi yurdumuzda turistler gibi dolaşıyor, onlar gibi eğleniyor, onlar gibi yiyip içiyoruz.

İnsana ne zaman sıra gelecek? Hayatımızda teknolojiden önce insanların gelmesi bir başka bahara mı kaldı? Bazı dostların anılarında söz ettiği insan insana ilişkiler, pazara kadar değil, mezara kadar süren dostluklar tarih kitaplarında ve masallarda mı olmalı?

Hiçbir kişi kendi kendine yetecek kadar güçlü değildir. Hayatta darlandığımız (bu sözcüğü çok seviyorum) zaman tutunacak bir dostumuzun olması ne güzeldir.

SOMSÖZ: BİR SÜMÜKLÜ İNSANIN GÖRECEĞİ İŞİ NE EN GELİŞMİŞ ROBOTLAR, NE DE BİNLERCE LİRA GÖREBİLİR.