Memlekette at izi it izine karışıyor. Hükümetimiz hazretleri devlet memurlarını işe alırken mülakat yapıyor ve beğenmediklerini eliyor. Daha çok da kendi yandaşlarını almakla suçlanıyor. Muhalefet de mülakatın kaldırılması için bastırıyor. Dün EYT'lilerin emekli edilmesini istediği gibi.
Bireysel olarak mülakata karşı olmadığımı belirteyim. Çünkü mülakat olmazsa puanı alan herkes her işe yerleşir. Hâlbuki her işin kendine özel koşulları vardır. Mülakat olmadığı takdirde harita çizemeyen coğrafya öğretmeninin, kekeme edebiyat öğretmeninin, iki sözcüğü yan yana getiremeyen Türkçe öğretmeninin istihdam edilmesi kaçınılmaz. Bu da “işe göre adam değil, adama göre iş” demektir ki ülke kaynaklarının ziyan edilmesidir.
Bizdeki mülakat ise tam bir adam kıyımıdır. Üniversitelerde yüksek lisans yapılmasından, mülakatla öğretmen alınmasına kadar her alanda insanlar yeteneklerinin gereğini yapamamakta, bu da onların yükselmek için yüzsuyu dökmesi ile sonuçlanmaktadır. Tabii hizmet de aksamaktadır.
Bir yere kendi kazanımlarınızla değil de birilerinin elinizden tutmasıyla gelmişseniz orada dik durmanız mümkün müdür? İşin uygulama bölümündeki bir kişi olarak yanlış olanı da doğru olanı da en iyi siz bilirsiniz. Ama üstünüze borçluysanız onun sözünün üstüne söz koyabilir misiniz? Hâşâ!...
Halbuki sivil hayatta yönetime en çok gereken şey aydın kafasıdır. Yani işin başındaki kişinin dik durması ve doğru bildiğini çekinmeden söyleyebilmesi. Aksi halde yaptığınız her iş yazboz tahtasına döner. Bizde Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana yönetim en çok bu “evet efendim, sepet efendim”cilerden çekmiştir. Bugün Milli eğitim politikalarının bir türlü rayına oturmamasında da bu “yandaş sendikalar”ın payı yok mudur? Öteki alanlardaki başarısızlıklarda yöneticilerin “Ben bilirim” tutumunun etkisi az mıdır?
Savunma sanayinde, yüzümüzü ağartan bazı kurumlarda liyakata önem verildiği ve iyi üniversitelerden iyi eğitim almış kişilerin istihdam edildiği söyleniyor. Ne güzel değil mi? Ama biz en başta siyaset olmak üzere her alanda nepotizme geçit veriyoruz. Siyaset dünyası baba oğul versiyonlarıyla dolu değil mi? İnönü gitti, Erdal İnönü’yü apar topar siyasetin içine ittik. Menderes gitti, bütün çocuklarını vekil yaptık. Türkeş gitti, oğlundan medet umduk. Erbakan vefat etti, oğlu parti kurdu, umudumuzu ona bağladık. Ecevit ve Demirel’e tapındık. Onların işaret ettiği her adamı zirveye taşımaya kalktık. Meydana çıkan kişi ne düşünür, ekibi nasıldır diye düşünmeden omuzlarımıza aldık. Hep bizim yerimize başkası düşünsün istedik. O işaret etsin, biz yapalım. Böyle bir toplum sürüden başka nedir Allasen?
Kapıkulunun devri geçmiştir. Geçmelidir. Artık bütün yönetimlerin işi ekip işidir. Hiçbir kurumun ilgi alanı tek başına yürütülecek kadar sıradan değildir. Bu yüzden insanlar ekip çalışmasına yatkın olmalıdır. İş disiplini aranmalıdır.
Mülakat bizdeki gibi yandaş seçmek için değil, doğru adamı bulmak için yapılmalıdır. Bunun için de işin şartnamesi önceden açıklanmalı, herkes o doğrultuda seçimini yapmalıdır. Sözgelimi edebiyat öğretmeni olacak kişi okumayı yazmayı, konuşmayı dinlemeyi bilmeli ve yapabilmelidir. Tarih öğretmeni anlattığı konuyu içselleştirebilmeli ve her konuda derin vukuf sahibi olmalıdır. Coğrafya öğretmeni arazide çalışmayı sevmeli, insanlarla rahat iletişim kurabilmelidir. Rehber öğretmen, alanındaki yayınları iyi izlemeli, “dünya nereye gidiyor, ülke nereye gidiyor, uluslar arası yarışta bizim çocuklarımıza hangi özellikleri kazandırmamız gerekiyor” gibi sorulara açık seçik cevaplar vermelidir.
Bu soruları sormadan aldığınız her personel yerini bulmamış bir bireydir. Atalar “Yerini bulmayan kaftan erir sürünü sürünü / Erini bulmayan gelin erir yerini yerini “ der. Yerini bulmayan bireye iş yaptıramazsınız.
Gaza gelmeyin, başkasının arabasına binip kazaya uğramayın!
SOMSÖZ: MÜLAKAT, ELZEMDİR.