Ardıcı bilenler, bilir.

Ben sediri kutsadım. Ama ardıç ondan daha eksikli bir şey değildir ha!... Sedirin bile çıkamadığı yerlere kadar çıkar. Kara kışa, deli yağmura kafa tutar. Ta yukarılarda yaylaların düzlüklerinde görürsünüz bunları. Bazen tek başlarına deli dervişler gibi. Bazen de çobanlar gibi şurada burada... Diplerinde zipçikler. Gölgelerinde kar. Dibine oturdunuz mu esen rüzgârla size bir şeyler anlatmaya çalışırlar. Dinlediğiniz zaman o insanın aklını başından alan kokularını duyarsınız önce. “Tamam dersiniz. Bu yıl kar güzel yağmış.”

***

Bizim Toroslardaki yaylalarda çam, sedir, göknar ve ardıç ağaçları vardır. Otları kekik, çalba, yavşan, yonca, keven. Akşam güneş batarken serin bir hava, yayla havası, yaylayı dört döner. Bu hava erkektir. Asıl özelliği serin oluşu değil, kendine özgü tütüsüdür. Bu tütü yaylanın toprak kokusu ile birlikte yukarıda söylediğimiz otların ve cümle ağaçların kokusudur. Tiryakilik yapar. Yörüğü yaylaya tutkun eden tütü budur.

***

Ben en ulu ardıç ağaçlarını Finike’nin Oluklu yaylasında gördüm. En az bin yaşındaydılar. Bazıları kurumuş, bir balina gibi gövdesini bir kenara yatırmıştı. Bazıları da genç kız gibi pür neşeydi. Hele bir tanesi vardı ki yol, dibinden geçiyordu. Bir kayanın üzerine kurulmuş, kocacık olmuştu. Onun hikayesini merak ettim. Biri anlattı, ben dinledim.

İsterseniz size de anlatayım:

Bu ardıç ağacı beyim vakt u zamanında bir çoban kızıymış.Bunun babası da anası da çoban. Babası Tepe, anası Tipi. Tepe dağlarda bir doruk, tipi ise dağların çocuğu bir kadın. Tepe güçlü mü güçlü, pehlivan yapılı bir yiğit, Tipi, güzel mi güzel, her bakana yolunu şaşırtan bir güzel. Bunlar bir birlerine âşık olmuşlar ve evlenmişler. Ne Tepe Tipi’den başkasını görüyor, ne Tipi Tepe’den başkasını biliyormuş.

Demem o ki beyim bu Ağdıç bir aşk çocuğu ama nasıl bir aşk...

Anası da babası da bunu öyle sever öyle severlermiş ki davarlarını otarıp gelinceye kadar kızları burunlarında tütermiş.

Zamanla kız büyümüş, yürümüş... Ağıla gelirmiş, ağıl tütermiş (tütmek: Güzel kokmak), evin önüne çıkarmış, evin önü türül türül tütermiş. Çoban sadece saçlarına, gözlerine kaşlarına değil tütüsüne (tütü: Güzel koku) de hayranmış kızının.

Gözü kızından başka hiçbir şey görmezmiş çobanın. Hiçbir şey dindirmezmiş susuzluğunu. Hayvanları bile severmiş kızını. Amma ille de çoban anası üzerine titrermiş Ağdıç kızın.

Nereden bulmuşsa bulmuş gittiği her yere ardıç tohumları ekmeye başlamış Ağdıç kız. Ve her ektiği yerden mis kokulu ardıçlar çıkmış. O ardıçlarda yaylanın tüm otları, taşı toprağı kokarmış. Kekik kokarmış, toprak kokarmış... Baharın dağlarda mor çiçekler açan yoncalar, yazın kuru otlar kokarmış. Çim ve çimen kokarmış.

Babası Ağdıç kızı öptü mü ağzına bir avuç çörtük doldurmuş gibi olurmuş. Bir başka öpüşünde geyik elması. Onu bağrına sımsıkı sardı mı bir dağ eriği turşusu içmiş gibi. Başkaca da bir şey çekmezmiş canı. Ne ekmek ne su.

Tepe de her yere ardıç tohumları ekmeye başlamış. Öyle ya dağların doruklarında, kayaların koytaklarında ardıçlar bitmeye başlamış.

Derler ki ardıç kuşu ardıç tohumlarını yiyip sonra da dağların doruklarına, kayalara atar, onlardan da ardıçlar bitermiş. Tohumların kabuğu sert olduğu için ne kadar ekerseniz ekin yeşermezmiş.

Ağdıç kız da ardıç olmak istermiş iyi mi? Ama gurbet onu korkuturmuş. Babası onu bir yaz derenin içine götürmüş de bayılacağı tutmuş. Yazları aşağıya denizin kıyısına bakarmış da yüreği dayfılırmış (bayılacak gibi olmak). Çobanlık yaparken bazen aşağıya çamların arasına kadar gidermiş de hemen geri dönermiş.

İlle de dağların sert havasını severmiş. Sıcak korkuturmuş onu. Azıcık kar, bir tutam yağmur, bir sepet bulut. Yediği içtiği bunlarmış. Bunlar oldu mu yanında, yeri kayabaşı da olsa, kıraç toprak da olsa mutlu mesut olur, huzur bulurmuş.

Siz hiç ardıcın türküsü dinlediniz mi? Er baharda yaylanın başına çıkar, bir ardıç ağacının altına oturursunuz. Önce derin mi derin bir sessizlik vardır. Sonra yapraklar yavaşça kımıldamaya başlar. Başlamıştır ardıcın ezeli türküsü. Yel bir yayla kuşu gibi dolaşır gelir ve ardıcın dallarına konar. Dallarını öper, okşar, koklar ve onu anlatmaya başlar dağa taşa. Kurumuş yapraklarını tek tek ayıklar, uzaklara, çok uzaklara götürür. Hele tohumlar, hele tohumlar... Ardıcın çevresine dökülüp saçılırlar. Karıncalar onları yuvalarına taşır, kuşlar kayaların en olmadık kovuklarına. Orada çimlenirler, binlerce yıllık bir hayat yolculuğuna çıkarlar.

Onlar abalarını giymiş dervişler gibidir. Pek boy atıp yarışmazlar. Mazlumdur, mazbuttur ardıçlar. Bir uzlet havasında geçer ömürleri. Çoğu zaman yaylada tek başınadırlar.

Bu Ağdıç kız, bir yaz mevsiminde tepelerden aşağıya, denize doğru bakmış bakmış. Aşağıda toprak buğulanıyor, sıcak mı sıcak olduğu belli oluyormuş. Güneş varlığını duyuruyormuş, Her yere, herkese duyuruyormuş. Tepelerde kar kalmamış, derelerde su. Dağlarda, yaylalarda kurumaya yüz tutmuş otlar.

Döne kız işte şu taşların üstünde oturuyormuş. Az ötede koyunlar, küçücük bir ardıç ağacının gölgesinde kafalarını birbirlerinin altına sokmuşlar, güneşin yakıcılığından korunmaya çalışıyorlarmış.

İşte Ağdıç kızın aklından o anda geçmiş bir ardıç ağacı olmak. Yaylanın yazına kışına baharına göğsünü verip yellerin türküsünü dinlemek. Yaz gecelerinde çekirge sesleriyle uyumak, Sabahları erkenden keklik ötüşleriyle uyanmak. Ay ışığında yaylanın ninnilerini mırıldanmak. Güzel Allah’ın bu isteği yerine getireceği tutmuş. Orada, taşların üstünde güzel, gürbüz, mis kokulu bir ardıç fidanı bitivermiş.

Akşam olup da Ağdıç eve dönmeyince Tepe ile Tipi kızlarını aramışlar. Çağırmışlar, çığırmışlar. Yok. Sadece bu taşların üstünde o zamana kadar görmedikleri bir ardıç ağacı var. Ağdıç’ları gibi güzel, Ağdıç’ları gibi gürbüz, Ağdıç’ları gibi mis kokulu... Koyunlar da olanları görmüş olmalı ki o ardıcın gölgesinden hiç ayrılmamışlar. Yazda, baharda, kışta... Yaylada otlar gelir, bu ardıcın altında baş başa verir, birbirlerine Ağdıç kızın öyküsünü anlatırlarmış. Sülalelerine de çocuklarına da anlatmış olmalılar ki bütün koyunlar yaylaya çıktıktan sonra muhakkak bir ardıç ağacının altında baş başa veriri ve birbirlerine o kızın öyküsünü anlatır. Nerede olursa olsun...