Gazetemiz yazarı Feza Tiryaki 27 Ağustos tarihli yazısında gene lafı dil konusuna getirmiş ve bu konudaki bilgisizliğimize, ilgisizliğimize, lakaytlığımıza ve laubaliliğimize saymış da saymış.

Az bile yapmış.

Bir yandan hükümetimiz ve ortağı yerli ve milli diye yeri göğü inletiyor, öte yandan milletin en hassas öğelerine karşı laubali davranıyor. Ay aydın yol belli iken bu kadar aymazlık akıllara zarar. Bizi böyle küreselleşme bozmuş olamaz. Demek ki bozulmaya teşne bir yapımız var. Yerli ve milli hükümetimiz zamanında bu kadar çarpıldığına göre...

Feza Hanım sadece dilimize hor davrananlardan söz etmiyor. Daha birçok çarpıklıklar da söz konusu.

Bozulmaya teşne bir yapımız var, çünkü dilimizi bozanlar sıradan yurdum inanı değil. Kendi adıma Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerinin bile Türkçenin yazımı konusunda yeterince uyanık ve hassas davranmadığını düşünüyorum. En milliyetçi geçinenlerin bile iş dilimize gelince ya Arapçı, Acemci, Osmanlıcı ya da müstemleke kafalı olduğunu görüyoruz. Bu lakaytlığı mürekkep yalamışlarda daha çok görmek vaktiyle Neyzen Tevfik’in anlattığı bir hikayeyi getirdi aklıma:

Ağanın birinin cins atı kaybolmuş. Bulana 100 altın vaat etmiş. Aramışlar, taramışlar. En sonunda biri atı bulup gelmiş. Bulup gelmiş ama ağanın vaat ettiği 100 altına razı değil. 400 altın istiyor. Ağa sebebini sorunca da açıklıyor: “Ben bu atı çayırda otlarken ya da ormanda gezerken bulsaydım, 100 altınınızı alacaktım. Ama bu at, bu güzel at, üniversitenin kapısından içeri girerken ben kuyruğundan yakaladım ve tutup buraya getirdim. Onun için 400 altın istiyorum.” Ağa, “Ne var bunda?” diye sorunca da devam ediyor: “Bu cins atınız üniversiteye girseydi muhakkak eşek olarak çıkardı.”

Yoksa bizim cins atlar da eğitim sistemi denen değirmenin çarkları arasına girince beygir olarak mı çıkıyor?

SOMSÖZ: FEZA TİRYAKİ’Yİ OKUMAK LAZIM.