Biz söyleşimden keyif için yapılan konuşmaları kast ediyoruz. Eski deyimle muhabbetleri. Bu konuşmalar bire bir olabileceği gibi birkaç kişinin katıldığı konuşmalar da olabilir.

Bu konuyu ele almamızın nedeni kahvelerde ya da evlerde yapılan toplantılardaki konuşmaların keyif değil eza veren toplantılar olması. Bu toplantıların içeriği bire bir konuşmalardan farklı değildir. Ama kötü konuşmanın kolay olmasından mıdır nedir bu tür konuşmaların da bir kuralının olduğu hiç kimsenin aklına gelmiyor.

Biz eski köy odası söyleşimlerine yetişmedik. Ama duyduğumuz kadarıyla o toplantıların nasıl yapılması gerektiği hakkında bir şeyler söylemek mümkün.

Eski evlerde gelenler ya mindere ya da makat denen yüksekçe yerlere otururlardı. Baş köşeyi sözü sohbeti bilen, görgülü, deneyimli kişiler alırdı. Öyle herkes beğendiği yere geçip oturamazdı. Kimse kalkacağı yere oturmazdı. Mümkünse kendisine gösterilen yere oturulurdu. Kapı ağzıysa kapı ağzı, baş köşeyse baş köşe.

Baş köşeye oturan kişi aynı zamanda söyleşimi idare ederdi. Onun idaresinde söyleşim tek taraflı ve tek konulu olmaktan kurtulurdu. Herkes duyduğu bildiği kadar konuşur, yalana dedikoduya izin verilmezdi. Söyleşimde nezahet esastı. Sözü ayağa düşürmek, sinkaflı konuşmak mecliste yanlıştı. Orada ciddi olmak esastı. Nükte yapılacaksa bile kırıcı olmamak, dangıl dungul konuşmamak gerekirdi.

Gelen kişi önce sözü dinler, anlar, sonra uygun bir zamanda söze girerdi. Öyle paldır küldür konuşmaya katılmazdı. Konuşmaya girmenin bir yolu yordamı vardı. Konuşan kişi çocuk da olsa, deli de olsa, yoksul da olsa herkes dinlerdi. Baş köşede oturan kişi insanların sesini yükseltmesine, tartışma çıkarmasına, konuyu uzatmasına izin vermezdi.

Konuların elbette bir sırası vardı. Bir konuda karar alınacaksa aceleye getirilmez taraflara sorulur, işin aslı öğrenilmeye çalışılırdı. Alınan kararlara da uyulurdu. Önemli suç işlemiş olanlar toplantılara katılamazlardı. Dini ve ahlaki kuralları ihlal etmek, komşu ile iyi geçinmemek suç sayılırdı.

Konuşmalar elbette toplumu yakından ilgilendiren konular olurdu. Gündemde savaş varsa savaş, kıtlık varsa kıtlık, kuraklık varsa kuraklık. Ama ümitsizlik o toplantılarda şirk sayılırdı. Allah bir kapıyı kaparken öbür kapıyı açardı. Gün doğmadan neler doğardı. Yarına Allah kerimdi. Sabah ola hayrolaydı.

Kısacası kimse ötekilerin ruhunu kokutacak, geleceğe olan inancını çürütecek sözler söylemezdi.

O toplantılarda iki kişi kendi aralarında konuşamazdı. Toplantılarda iki kişinin kendi aralarında konuşması ayıptı. Fiskos da yanlıştı. Konuşan kişiyi gözüyle, kulağıyla, bütün varlığıyla dinlemek esastı.

Aralarında dargınlık, kırgınlık olanlar da bu toplantılarda usulünce barıştırılırdı. Barışmayacak olan toplantıya katılmazdı. Söz kiminse tutulurdu. Yanlış yapanı uyarmak da söz sahibinindi. Komşusuyla, eşiyle hırgür çıkarmış olana suçu alenen söylenir, uyarılırdı.

Toplantıda yayılmak, geniş geniş oturmak ayıptı. Herkes makatta ya da yerde bağdaş kurarak veya tahiyyata oturur gibi dizlerinin üstünde otururdu. Toplantıda öksürmek, aksırmak, sağa sola tükürmek, burun öttürerek sümkürmek ayıptı.

Toplantı evinin kapısından içeri öfke, kin, garez ve düşmanlık giremezdi. İnsanlar öfkesini ve stresini dışarıda bırakmak zorundaydı.

SOMSÖZ: NERDE O ESKİ SÖYLEŞİMLER!..