Biz bu yazıda Abdallar’dan söz edeceğiz. Abdallar’dan, hani şu çalgı çalan, ama her toplantıda birer çöpmüş gibi davranılan, buna rağmen sanatlarını icra eden ve ekmeklerini helalinden kazanan “kara suratlı” kişilerden. Kimdir, nedir bilmeyiz. Ama Türkçe konuşurlar ve Türk müziğinin zirvelerinde dolaşırlar. O yüzden bana göre nereden gelmiş olurlarsa olsunlar hakiki Türk’tür bunlar. 

“Bu insanlar Türk müziğinin zirvelerinde dolaşırlar” dedik. Bunun nedeni işlerinin o olması ve işlerine hayatlarını bir aroma gibi katmalarıdır. 

Anlatırlar ki Rahmetli Neşet Ertaş grubuyla bir ağa düğününe gitmiş. Ağa bunlara doğru dürüst yiyecek bile vermemiş. Neşet Baba, ağa ile konuştuktan sonra ağanın tutumu birden bire değişmiş ve onlara sofra çıkarmış. Sonra da düğünü adam gibi yapıp ayrılmışlar. Gruptan biri Neşet baba’ya “Ağa’ya ne dedin?” diye sormuş. Neşet Baba da “ Ağa’ya, “Bak Ağa! Biz Abdalız. Yükümüzü horoz çeker, keyfimizi deve çekmez. Bakacaksan bize bak. Bakmayacaksan biz gidiyoruz” dedim” demiş. Gerçekten de Abdal’ın yükünü horoz çeker, Gönlünü deve çekmez. Yani hiçbir lüksleri yoktur. Karnını doyurur, bir kenarda kıvrılır yatar. Ama gönlünü deve çekmez. Çünkü ona o kadarcık lüksü bile çok görenler vardır. O da “Eh, Yetti be!” der ve düğünü yarıda bırakır, para mara almadan kalkar gider. 

En alt kesimden birinin düğününe bile gitseler kabak her zaman çalgıcının başında patlar. Halkın şamar oğlanı bunlardır. Gençler, konuklar, ağalar, özellikle de sarhoşlar bunlara ekleşir, ekşir. Sanırlar ki bunlar eşek, ne yük vursalar çeker. Çoğu sanattan anlamaz. Türkü dinleyenlerin içinde oranları Neşet Baba’nın türkülerini anlayarak dinleyenler kadardır. Bu bakışta tabii dinin müziğe bakışının da etkisi vardır. Yani bazı kişilerin gözünde Abdal, en adi işi yapan kişi gibidir. “Onun işi, insanları eğlendirmek” diye düşünürler. 

Bir başka neden ise işlerinin emek ve yetenek yoğun olmasıdır. Sıradan insanın gözünde Abdal hiçbir emek harcamadan para kazanan kişidir. Onun ne çektiği kahır görünür insanın gözüne, ne de sergilediği yetenek. Bu tür insanlar, “İnsan kahrı çekmek kolay” diye düşünür. Yukarıda söylediğimiz Ağa’nın da, gencin de, sarhoşun da derdini depreştiren şey, aslında bu düşüncedir. Onlar sadece çalgıcı takımına değil, düğün sahibine de eziyet ederler. Sanıyorum ki düğünlerde en akıllı insanların bile bilinçaltından elezer kimliği uyanıyor ve ortada dolaşmaya başlıyor. Ben bir düğünde sarhoş gençlerin düğün sahibine çektirdiği eziyeti, “Biz bunları senin için yapıyoruz amca! Senin itibarın için... ” diye açıklamaya çalıştığını gördüm. 

Hâlbuki bu insanlar, insanlar için en evrensel dil olan müziği icra ediyor. Müzik gibi en itibarlı bir sanatın her aşamasında bunlar var. Her türlü çalgıyı bunlar çalar, her türlü müziği bunlar icra eder. İçimizi acıyla dolduran ezgiler, bizi coşturan türküler hep onların kaynağından beslenir. 

Eskiden Abdallar çalgı işlerinden başka dilenirlerdi de. Bu insanlar Allah’ın kendi rızıklarını dilenmekten verdiğini söyler, gittikleri yerde Allah rızası için dilenirler, insanların gönlünden kopan ne olursa dağarcığa atarlar ve dua ederek giderlerdi. 

Efsaneye göre Allah insanları yarattığı zaman, “Kullarım yarın sabah erkenden gelin! Hepinizin rızkını dağıtayım...” demiş. İnsanlar ertesi sabah erkenden, horozlar öter ötmez kalkmış ve Allah’ın yanına rızıklarını almaya gitmiş. Allah da herkese rızkını vermiş. Kimine alışverişten, kimine demircilikten, kimine kömürcülükten... Abdal ise keyif yapmış Kuşluk vaktine kadar yatmış. Sonra da Allah’ın yanına varmış. Allah buna “Neye geldin?” diye sorunca da “Rızık dağıtacaktın ya hani? Onu almaya geldim...” demiş. Allah, “Ben rızıkları dağıtıp bitirdim” deyince de, “Madem beni yarattın ve rızkıma kefil oldun, öyleyse vereceksin...” demiş. Allah biraz düşündükten sonra, “Ey kulum demiş, var git çalışan insanlara “Allah rızası için!” de. Beni sevenler kazançlarından bir miktar sana versinler. Sen de onunla rızkını temin et!”

O zamandan beri Abdallar (Anamur’daki Abdallar) dilenirler ve dilenmedikçe karınlarının doymayacağına inanırlar. 

Tabii köprünün altından çok sular geçti. Toplum çok değişti. Abdallardan okuyanlar, meslek sahibi olanlar çıktı. Herkes kendi parasını kendi kazanıyor. Bu efsane dilenmenin de kendine göre kuralının olduğunu, halkımızın dilenene de hoşgörüyle yaklaştığını gösteren kısa söylence.  

Hiçbirimizin “yükünü yüceye yığma” lüksü yok. Bu toplumun cefasına ortak olanın, sefasına da ortak olması lazım. İşin iyi yapan herkese soframızda yer olmalı.

SOMSÖZ: İNSAN SOYUYLA, VARLIĞIYLA, KOLTUĞUYLA DEĞİL AHLAKIYLA DEĞERLİDİR.