“Artı, eşit, eksi” sözcüklerini duyanlar bizim matematik formüllerinden söz edeceğimizi sanabilir. Biz başka şeylerden söz edeceğiz.

İnsanoğlunun kazancı ile zararı her zaman eşit oluyor. Gençlikte enerji harcamaya alışkın olanlar yaşlılıkta da enerji harcamak istiyorlar. Ama enerjileri azalıyor. Çoğunlukla b.kla yapılan sidikle yıkılıyor. Haydan gelen huya, selden gelen suya gidiyor. Ne kadar tembel varsa o kadar çalışkan, ne kadar cömert varsa o kadar cimri, ne kadar hırsız varsa o kadar dürüst oluyor.

Hani bir öykü vardır: Adamın biri çok iyi dolandırıcıymış. Bir başkasında iddiacı. İddiacı “Beni kimse dolandıramaz demiş, hadi dolandırsın da göreyim.” İkisi karşılaşmışlar. İddiacı “Yav sen herkesi dolandırıyormuşsun. Hadi yiğitsen beni dolandır da göreyim” demiş. Dolandırıcı, “Dolandırırım, ama biraz masraflı olur. Masrafını karşılarsan dolandırırım. Sonra da paranı geri öderim” demiş. Kaç lira masraf? Şu kadar lira.. Al!... Adam parayı kaptığı gibi pırrr… Bizim uyanık beklemiş, beklemiş ne gelen var ne giden… Sonra olayı birine anlatınca adam gülmüş ve “Yav seni bal gibi dolandırmışlar.” Demiş. Hemen her insanın kaderinde vardır ava giderken avlanmak. En azından bir kere.

Siz siz olun kendinize yapılmasını istemiyorsanız başkasına da yapmayın. Hatta başına istenmeyen olaylar geldi diye eşinize dostunuza gülmeyin. Çünkü sizin de başınıza gelebilir.

“Akacak kan damarda durmaz” der atasözümüz. “Taşa değmez taş olmaz, başa gelmez iş olmaz.” Yanlış hayat öyle sürprizler hazırlıyor ki insana: Ayağınız burkuluyor. Düşüp kafanızı çarpıyorsunuz ve aylarca yorgan döşek, acılar içinde kıvrana kıvrana yatıyorsunuz. Üç kuruş fazla kazanayım diye sağlığınızı tehlikeye atıyorsunuz, 300 lira masraf ediyorsunuz üstüne de bir çuval acı ve sıkıntı bonus veriliyor.

İyilik yapıyorsunuz. Bir iyilik size kaç paraya ve kaç zamana patlıyor? Onun için de atalar, “Bir dostun kahrı on düşmandan fazla” demişler. Ama karşılığında öyle bir vicdan rahatlığı duyuyorsunuz ki harcadığınız emeğe değiyor. Ya da öyle bir yerde öyle bir biçimde karşınıza çıkıyor ki “Helal olsun verdiğim emeklere!” diyebiliyorsunuz..

Her yokuşun bir inişi, her acının bir lezzeti vardır. Çoğu insan “Lezzetler ellere, acılar bana düştü” diye düşünür ve üzülür. Hiç inanmayın!

Başkaları lüks otomobillerde geziyor, bense yayan. Ama ben onlardan daha iyiyim. Yediğimi eritiyorum. Uykularım içime siniyor. Yolda gördüğüm eş dostla selamlaşıyorum. İstersem iki beşlik bile bozuyorum. Onun rahatça oturamayacağı sandalyelerde ben keyif çatıyorum. Onun rahat edemeyeceği yerler bana kendi evim gibi geliyor. Gerçek lüks içinde yaşayan o değil, benim. Çünkü ben kanaat edebiliyorum, o ise edemiyor. Onun acı eşiği çok düşük.

Hastalanabiliyorum. Hastalık sağlık belirtisidir diye düşünüyor, seviniyorum. Bir yerimdeki ağrıyı kızarmayı, karıncalanmayı fark edebiliyorum diye seviniyorum. Çünkü onu bilmemek için ya (Allah korusun!) bütün sinirlerin tükenmesi ya da beynin iflas etmesi gerekiyor.

Bazı kişiler de bu dünyada yaptıklarının ödülünü öteki dünyada alacaklarını düşünüyor. Hayır. Öyle bir ödül olduğuna yürekten inanarak o hayrı işlemişsen, derhal karşılığını alıyorsun. Ben şahsen aldığımı düşünüyorum. Derler ki “Allah, sevap işlemeyi düşünürsen derhal sevabı yazar. Ama günah işlemeyi düşünürsen işleyinceye, hatta sen ölünceye kadar (bir gün tövbe eder mi diyerek) günah yazmaz.”

Formül belli: Yarar zarar eşit, zevk çile eşit, sağlık hastalık eşit, büyük küçük eşit…

SOMSÖZ: DAĞLARA KAR YAKIŞIR, OCAĞA KOR YAKIŞIR.