AŞIK VEYSEL’E SELAM 2

          Bu yıl Veysel Usta’nın ölümünün 45. Yıldönümü. Bu 45 yılda birçok Halk ozanı yetişti, birçok güzel şiir yazıldı. Ama Aşık Veysel hâlâ aşılamadı. Elbette her ozan bir değerdir. Onlar bizim bireysel ve toplumsal kimliğimizin oluşmasında önemli rol sahibidirler. Ama Veysel Usta’yı ben her bireyin döndüre döndüre okumasını öneriyorum. Çünkü o bizim aşık edebiyatımızın imamesidir. Geçen yazımızı bitirirken bu yazımızda Aşık Veysel’in “Anlatmam Derdimi Dertsiz İnsana” adlı şiirini çözümleyeceğimizi söylemiştik.

          Sözü fazla uzatmadan Usta ne demiş bir bakalım:

      

“Anlatmam derdimi dertsiz insana
Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez.
Derdim bana derman imiş bilmedim
Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz.”

          İnsanoğlu sürekli dertsiz tasasız bir hayat tahayyül eder. Ama yanılır. Çünkü tam “Tüm dertler bitti” dediği zaman yeni dertler çıkar ortaya. Ya da tutup yeni dertler icat eder kendi kendine. Öyle ki insanın “Dertsiz baş, mezarda gerek” diyeceği tutar.

          Geleneksel düşünce sistemimizde, “Dertler insanı olgunlaştır” diye düşünülür. Tarikatlardaki “çile”ler müridin olgunlaşması için kullanılan bir yöntemdir. “Çilenin insanı olgunlaştırdığı”  düşüncesi sadece bizdeki Tasavvuf düşüncesine ait bir şey değildir. Hint ve Çin düşüncesinde de bu yaklaşım vardır. Divan şairimiz Fuzuli, “Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip/ Kılma derman kim helakim zehr-i dermanındadır!” der. Anadolu insanı ise dert ile doludur. Gurbet, ölüm, hastalık, aşk, yoksulluk… Her şey dert kaynağıdır Anadolu’da. Bu durum Anadolu insanına dertle kucak kucağa yaşamayı öğretmiştir.

          Diyoruz ki “Çocuklar aş beğenmiyor, iş beğenmiyor. Herkes rahatını arıyor. Bu yüzden tarlalarımız ekilmiyor, hayvanlarımız otlatılmıyor, kaynaklarımız işletilmiyor.”  Eh ana baba olarak çocuğumuzun okul çantasını biz taşırsak, gak deyince ekmek, guk deyince su verirsek elbette bu sonuca varacağız. Böyle bir nesilden hayatta mutlu olmasını bekleyemeyeceğimiz gibi Fuzuli ve Aşık Veysel’i anlamasını da bekleyemeyiz. Biz aslında bu çocuklarımıza iyilik değil, büyük kötülük yapıyoruz. Çünkü teknoloji sayesinde her şeyi düzenlesek bile düzenleyemeyeceğimiz şeyler de çıkıyor ve onlar bu durumda gene dertlere boğuluyorlar.

          Biz çocuklarımızı öyle bir yetiştiriyoruz ki tembelliğin ve bencilliğin uç noktalarında geziniyorlar. Yattıkları odayı toparlayamayacak kadar tembel, babasının kendisi için aldığı arabaya ana babasını bindirmeyecek kadar bencil olabiliyorlar.

          Veysel’in yaşamı dertlerle ağzına kadar doludur. Hani “kara yazılı” derler ya. Bu söz tam da Veysel’i anlatır. O zamanlarda ülkenin bir ucunda, kurak bir yerde, yoksulluğun ve türevlerinin diz boyu olduğu bir köyde doğuyor. Ufak tefek, zayıf ve esmer, üstelik kör bir adam. Feleğin kadrine uğramış. Yani her türlü dert var. Veysel için “Ömür boyu çile çekmiş ve çilelerle pişmiş kişi” diyebiliriz. O, her yönüyle Anadolu insanının bir örneğidir. Şimdi gelin, ne diyor yakından bakalım:

          Anlatmam derdimi dertsiz insana/Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez.

          Usta, “Ben diyor dertsiz kişilere derdimi anlatmam. Sen de anlatma! Çünkü onlar derdin kıymetini bilmezler. Ben derdimin benim dermanım olduğunun farkına varamadım. Uzun çabalardan sonra gülün dikensiz olmadığını anlayabildim.

SÜRECEK