Sözcü gazetesinde hiçbir yazısını kaçırmadığım bir yazar vardır: Ege Cansen. Kendisini yıllardır okurum. Zaman zaman tekrara düşse de benim zihnimi açan şeyler de söyler. Zaten herkesin bize her zaman yeni ufuklar açması beklenemez. Ara sıra açsa da olur.
Nesini söyleyim canım efendim
Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim.
Serdari
Sözcü gazetesinde hiçbir yazısını kaçırmadığım bir yazar vardır: Ege Cansen. Kendisini yıllardır okurum. Zaman zaman tekrara düşse de benim zihnimi açan şeyler de söyler. Zaten herkesin bize her zaman yeni ufuklar açması beklenemez. Ara sıra açsa da olur. Yeni şeyler isteyen kişi sürekli aramak ve yoklamak zorundadır.
6 Ağustos’ta yazdığı Adab-ı Muaşeret başlıklı yazısında görgünün sadece estetik değil, aynı zamanda iktisadi olduğunu da iddia ediyordu. Görgünün gerçi her alanda makbul olduğunu biliyoruz. Ama üstat özellikle ulaşımda ve iletişimde uyulmayan kuralların bizi hem zarara uğrattığını hem de sinirlerimizi yalama yaptığını söylüyordu. Üstat “İnsanlar sosyal medyada çok zaman harcıyor. Bu büyük kaynak israfıdır. Çünkü vakit nakittir. Sosyal medyanın adab-ı muaşereti oluştukça, ekonomik kalkınma da hızlanacaktır” diyor ve yazısını “Edep, ekonomiktir.” diye bağlıyordu.
Bugüne kadar trafikteki saygısızlığın boyutlarına değinen ve bazen öfke ile bazen sitemle çözümler öneren hoca bu kez başka bir yol denemiş: iktisat.
Görgünün kişiye saygınlık kazandırdığını biliyor, söylüyorduk. İktisadi yönünü konuşmayı ise ayıp sayıyorduk. Halbuki günümüz insanı saygınlık peşinde değil, iktisat peşinde. Zengin olmanın saygın olmak için tek şart olduğu bir ortamda herkesin saygın olması elbette mümkün değil. Mandıra filozofunun dediği gibi İstanbul’da kaç kişi var? Kaç tane villa var? Bir toplumda herkes zengin olmayabilir, ama herkes namuslu, çalışkan ve dürüst olabilir. Bizde ise Ege Cansen’in dediği gibi herkes kamudan bir şeyler tırtıklamaya ve köşeyi dönmeye çalışıyor. Kamudan tırtıklanan şeyler de senin benim haklarımdan çalınmış şeyler. Bu, trafikte geçiş hakkı, iletişimde başkasından çalınan zamanlar. Hele hele bir işyerine vardığınız zaman karşınızdaki kişi telefona odaklanmışsa yandı gülüm keten helva. Bu genelde resmi dairelerde (bankalarda, emniyette, okullarda vs.) oluyor. Vatandaş oradan gözlerini ayırıp size yönelinceye, dediklerinizi anlayıncaya kadar nakit geçiyor. Pardon vakit diyecektim. Sizin derdinizi iki üç kez anlatmaya çalışmanız da cabası. O arada dışarıdan arayıp geyik yapanları söylemeye gerek yok.
Trafik bizim de şikâyetçi olduğumuz bir alan. Bir yere yetişeceksiniz, trafik kilitli. Kardeşim ana caddeye ikinci sırayı yapmış dondurma yemeye gitmiş. Devletin polisi, belediyenin zabıtası havlu atalı yıllar geçmiş. Kardeşimiz yük indirecek. Bir adım daha yakın olsun diye ikinci sırayı yapmış ya da aracını verevine park etmiş. Az ileride boş yer vardı desen kavga çanları çalıyor. Ve insanlar birbirine sürtünerek geçtiği halde bir Allah kulu sesini yükseltmiyor.
Görgüsüzlük keyfimizi, sinirlerimizi ve kesemizi bozuyor.
Bilişim ve iletişimin akıllıca kullanıldığı takdirde verimliliği arttırdığı herkesin bildiği bir şey. Aptalca kullanıldığı zaman da verimliliğin ve kazancın önünde en büyük engel olduğunu da herkes öğrenmelidir. İşin görgü ve saygınlık boyutunu pek önemseyen yok. Bir de iktisadi boyutundan söz edelim bakalım. Belki günümüz insanı sesimize kulak verir.
SOMSÖZ: NAKİT, VAKİTTİR.