Bir kişi ile görüşürken en büyük endişem onu yanlış anlamaktır. Tabii kişi kendisini eksik anlatmış ya da anlatamamışsa yanlış anlamak kaçınılmazdır. Ama kendisini yüzyüze anlatan, gerekli evrakı da gösteren veya veren kişiyi yanlış anlamak için insanın “anlayışının kıt olması” gerekiyor. Bu ihtimal düşük bir ihtimaldir. O zaman geriye kişinin sizi dikkatli dinlemediği ve ciddiye almadığı sonucu çıkar ki bu kıt anlayıştan daha büyük bir terbiyesizliktir. İletişim kurduğunuz kişi bunu fark ettiği andan itibaren sizinle ilişkilerinde aksaklıklar ortaya çıkar. Kişi sizin kendini dinlemediğinizi, dinleseniz de öylesine dinlediğinizi, söylediklerinizi çarpıtacağınızı düşünmeye başlar. Ve kapılarını size kapatır. Daha kötüsü sizin aptal ve kötü niyetli biri olduğunuzu bile düşünebilir. Beşeri ilişkilerde Allah kimseyi bu duruma düşürmesin derim.

Bunları yazmaktan maksadım, Belediyeden gelen bir davetiyede adımın altında “muhabir” yazmasıdır. Ben muhabir değil, köşe yazarıyım. Eğer yazdığımız yere en azından bir kez bakmış olsalardı bunu kolaylıkla tespit edebilirlerdi. Zaten kendilerine verdiğimiz kartımızda da “Gazeteci-Yazar” yazıyordu.

Bunu yazınca muhabirleri küçümsediğim falan sanılmamalıdır. Aksine muhabirler gazetelerin de ajansların da her işine koşturan, yağmur çamur demeyip haber üreten, fotoğraf çeken, onları bir an önce gazeteye veya ajansa yetiştirmek için evini ve ailesini ihmal eden kişidir. Köşe yazarlığı ise sıcacık odada, yazın firil firil esen bir ağaç gölgesinde bir konuda aklına geliverenleri yazmaktır. Gazetenin çıkmasında yazarların etkisi onsa, muhabirlerin etkisi yüzdür. Yazarsız gazete olur, habersiz muhabirsiz gazete olmaz.

Benim sözüm kazı koz anlayan, yazar ile muhabir arasındaki farkı bilmeyen kişilere. Herkesin yeri ayrıdır.

Bir çift sözümüz daha var: Ben bir ay kadar önce Belediye başkanından randevu istedim. Adıma iftar programına davet edildiğime dair davetiye geldi. Ben de bu vesile ile başkanla da tanışmak nasip olur belki diye düşünerek iftar yeri olan Karatepe’ye gittim. Baktım ki binlerce kişinin toplandığı bir yer. Ben, kendi adıma, iftarı kendi evimde de yaparım.

Yazıyı tezgâhtan indirmiştim ki bu sefer Sahilkent’te bir toplantıya daha çağırıldım. Öteki gazeteci arkadaşlar da çağırılmıştı. Ne yalan söylemeli bu sefer (sözlü) uyarılarımızın dikkate alınıp başkanla rahat rahat görüşeceğimizi, aklımıza gelen soruları enine boyuna sorup samimi cevaplar alabileceğimizi düşünmüştüm. Bir de vardık ki başkan kendi personelini ve muhtarları da çağırmış. Gerçi gazeteci arkadaşlar da geldiler. Ama ben kıllandım.

Başkanın kendisini muhtarlarla birlikte gazetecilere de alkışlatmak istediğini düşündüm. Acaba yanlış düşünüyor olabilir miyim? Bu kez bari yanlış olsun diyerek kaldım. Ama Başkan bizi yanıltmadı.

Bu iki oldu.

Bizim açlığımız karın açlığı değil bilgi açlığıdır. Bu böyle bilinsin!..

SOMSÖZ: KÖTÜ KİŞİYLE ÇALIŞAN, KÖTÜDÜR.