Bugün Atatürk ilkeleri ile Kürtçüler de, İslamcılar da, tarikatlar da, milliyetçiler de, tatlı su Frenkleri de barışık değildir. En ılımlısından en uçtakine solcuların da barışık olduğunu sanmıyorum. Milliyetçiler, İslamcılar ve Tarikatçılar Atatürk’e Osmanlı’yı yıktı ve kötüledi, şeriatı kaldırıp laikliği getirdi, hilafeti ilga etti diye düşmandır. Atatürk’ün devrimlerini iğdiş etmek için önce yeraltından sonra da açık açık çalışmışlardır. Son 20 yıldaki çalışmalarını hepimiz biliyoruz. Kürtçüler ise ülke içinde özerk yönetim istediler, birkaç kez isyan ettiler, devletle pazarlık yapmaya kalktılar ve yerlerine oturmak zorunda kaldılar. Atatürk’e, devrimlere ve cumhuriyete onun için düşmandırlar. Solcular, Türkiye Cumhuriyeti’nin içindeki halklara özgürlük ve özerklik istediler, Kürtçülerle ve yeşil sosyalistlerle kol kola Cumhuriyet’e karşı gelmeye kalktılar. Bilmediler ki hiçbir devlet kendi toprağını ayrılıkçılara peşkeş çekmez.

Uzun sözün kısası bu ülkede Atatürk ve ona inananlar herkes tarafından taşlandı.

Ülkücülerin bu düzenin bekçisi olduğunu söyledik. Ama onlar da Cumhuriyet’i öpeceğiz diye ısırdılar, okşayacağız diye tokatladılar. Sonunda Cumhuriyet’in asıl bekçileri olan askerler geldiler ve bunları da ötekilerle aynı torbaya doldurdular. İşte Ozan Arif’i de öteki Ülkücüleri de kızdıran budur. Düzen, çocuklarını yemiştir.

Bize düşen aynı yolda yarışmak,

Ülkücüler de biat ehli gibi davrandılar. 12 Eylül’den sonra “Biz nerede yanlış yaptık?” diye sormak, yeni baştan derlenip toparlanmak ve ayağa kalkmak yerine eski hastalıklarını devam ettirdiler. Ozan Arif, “Bize düşen aynı yolda yarışmak” derken, “Kendi kişisel değerlerimizi milli değerlerden üstün tutmaya, Türk kültürünü yaşatmaya ve yüceltmeye, Türk dilinin gelişmiş ve güzel bir dil olması için çalışmaya, sadece yurt içinde değil yurt dışında da Türklerin sorunlarına çözümler aramaya devam etmemizi istiyor. “Ülkücüler biat ehli gibi davrandılar” derken Ozan Arif bu şiiri yazdıktan sonra kendi yanlışlarını tartışmak ve siyasi görüşleri yeniden yapılandırmak yerine şu partiye ya da bu partiye kuyruk oldular. O partilerin getirdiği makamlarda onların kılıcını salladılar. Koltuk kapma telaşına düştüler. Nitekim Ozan Arif de bu telaşa düşenleri şiirlerinde perişan etmiştir.

Ahrete mi kaldı gardaş görüşmek?

Ozan Arif bu dizesinde ülkü yolunda türlü cezaya çarptırılanların ahrette cennette buluşacağına inanıyor. Orada görüşmeyi umuyor.

Bizde ülkedeki badirelerden canını kurtarabilenler mahpusa da girse, sürgüne de gitse bir süre sonra affediliyor. Hatta bazen itibarına kavuşuyor ve en yüksek makamlara kadar çıkabiliyor. 12 Eylül’ün siyaseti yasakladığı insanlardan çoğu kısa süre sonra siyasete tekrar girmişler ve dönemin başbakanı, Cumhurbaşkanı olabilmişlerdir. Nitekim Ozan Arif de sonradan yurda kesin dönüş yapmıştır. Yeter ki canını yitirme. O dönemde hapiste yatanlardan çoğu meclise girmiştir. Genel müdürlüklerde, müdürlüklerde baş köşeye oturanlar sayılmaz.

Kıyıda köşede kalan, yediği dayakla ve alnına srülen mahpus lekesiyle yaşamaya çalışanlar ancak küçük balıklar olmuştur.

O toprakta, sen zindanda, ben sürgün.

SÜRECEK